Işığı yaktım yine, hiç uğraşamam karanlıkla falan. O derin boşluğa bir daha düşme ürpertisi dişlerimi titretiyor doğrusu. Karanlıktan değil de karalaşmış düşlerden bu kaçışım. Soframdan eksik olmayan kül rengi sızılar yerini almış ve ben ruhumun bilinmeyenlerine doğru tükenmişce koşuyorum. Sağımdan solumdan şeytanı öteleyip Tanrı’ya yakarıyorum, insanlık için kocaman iyilikler güzellikler diye haykırırken kendim için ise biraz daha mutluluk yetisi, beyaz düşler ve daha az sadakatli olmayı diliyorum.

Sonra anımsıyorum her şeyi, henüz yeni doğmuş bir kelebeğin hiç olmadık bir anda öldüğünü farketmesi gibi her şey hatırımda resim resim canlanıyor bir anda. Kafamdaki sesleri susturamadığım için çoğu resime küfrediyorum ve Tanrı beni duyuyor, Tanrı bana acımıyor.

Kendimi bu döküntü duvarların güzelliğinden alıkoyamıyorum, biliyorum ki yaşayamamak beni hapsetmiş demir parmaksız odalarına. Ve güzel olan bir tek duvarlarmış gibi kaçmak fırsatı varken kolumu dahi kıpırdatamıyorum yerimden. Meğer az evvel karalaşmış düşlerimden kaçarken Ruhumun bilinmeyeninde kara bir duvar bulup sırtımı oraya yaslamışım.