Merhabalar! Sanırım tam da şu an içine düşmekte olduğum boşluğu, en rahat olduğum yere geçiş yaparak karşılamak için buradayım. Bir kadeh şarap mı içsem, kendimi mi yazsam? Derken… Yazarken önce ölür, sonra doğarım belki de kim bilir. Burada olmayı seviyorum, buraya sahip olmayı da seviyorum. Son zamanlarda tutkular, arzular gibi konularda epey kafa yordum, yormaktayım. Tutkusu olan insanlara imreniyorum ifadesiyle başlayan sürecim, şu aralar tutkumu ortaya çıkaracak bir “şey”e ihtiyaç duyabileceğim durağına geldi. Bu durakta biraz duruyorum, geçmişe, enerjimi yükselten insanlara ve olaylara bakıyorum. Baktığım yerlerde rastladığım bir anıya takılıyorum. Yıllar evvel duyulan bir cümle: “Yazmaya devam etmelisin.” bunu ondan duymak epey mutlu etmişti. Başkalarından da duydum bu cümleyi ama onun gibi güçlü birinden duymak, sanırım ötekilerden ayırdı. Bazen sadece onun okuyacak olması heyecanıyla yazdığım zamanlar geldi aklıma, o heyecanla yazdığım yazıların onun dışındakilerce okunması sonra… Elbette şimdilerde, güdülenmenin dışsal kaynaklardansa içsel kaynaklı olmasının daha sürdürülebilir olduğunu biliyorum. Aslına bakarsanız o zaman da biliyorumdur muhtemelen ama bu bilgiyi, bu konuya entegre etmemişimdir!


Heyecanlanmak güzel şey doğrusu!

Burada bahsettiğim, kaygılı bir heyecandan ziyade umut dolu bir heyecan. İçinde umut barındıran bir haletiruhiye. İşini her seferinde heyecanla yaptığını söyleyen sanatçıları düşünelim, o heyecanla yaptıkları her neyse güzel bir şey ortaya çıkarmaya çalışıyorlardır muhtemelen. Sabahları heyecanla uyanmıyorum, okula da heyecanla gitmiyorum çoğu zaman. Geçenlerde şunu fark ettim, beni heyecanlandıracak bir şey olsun diye bekliyorum galiba. Oysa, örneğin, yaptığım işin heyecan veren kısmını unutuyorum. Her gün 40-50 çocukla birlikle olmak, hepsinin olmasa bile bazılarının gözümün içine baktığını bilmek, en ufak bir sözümün, davranışımın onların dünyasında bir yeri olabileceğini bilmek epey heyecan verici aslında. İşte bunu düşünmek beni umutlu kılıyor. Umutlu olmak, hatalar karşısında, kırgınlıklar karşında güçlü olabileceğimi, onarma çabam olacağını hissettiriyor. Heyecan verici olduğu kadar bir o kadar da sorumluluk getirici. Bence bizim işimizde, bir bakıma sahnede olmak gibi; sabahları istekle kalkmasam da okul binasına girerken yüksek bir “günaydın” demeyi istiyorum. Her zaman mümkün olmuyor elbette ama bu isteğimi bilmek iyi geliyor, çünkü özenli davranışların gücüne inanıyorum. Fazla mı romantik oldu? Böyle düşünenler var mı? Varsa yazın bana, konuşalım. Romantik bir yerden değil, her gün çocuklara çabalamanın öneminden bahsederken kendi çabalamalarımızın da önemli olduğunu söylemeye çalışıyorum galiba.

Bunları biriyle paylaşmak, düşündüklerimi anlatırken karşımdaki insanın/insanların heyecanıma ortak olduğunu görmek isterim. İnsanların birbirlerinin heyecanlarına, mutluluklarına, üzüntülerine ortak olması güzeldir ve bir ihtiyaçtır. Çoğu uzakta da olsa sevinç ve kederimi, heyecan ve umutsuzluğumu paylaştıklarım iyi ki varlar. Uzun zamandır “uzaklık” kavramıyla aram kötü; herkes, her şey uzakken bir yeni uzaklığın daha ihtiyaçlarımın dışında olduğunu düşünüyordum. Sonraları bu kavgamla, uzlaşma sürecine girmeyi denediğim zamanlar oldu. Sonuçta yine uzlaşamadık, uzaklıkla hala kavgalıyım. Siz nasıl yapıyorsunuz, kendi uzaklıklarınızı?


Bir de an'lar var... Heyecanlı anların yanı sıra, içinde huzurlu, rahat, mutlu hissedilen anlar. İçindeyken şaşırılan belki... Bir Demet Tiyatro'da şöyle bir replik geçmiş: "Birine söylediğin bir söz, yaptığın bir iyilik uçup gitmiyor ki. Birini güldürdün mü mesela uçup gitmiyor ki yanağında izi kalıyor, belki bin yıl..." Sanırım iyi hissettiren anlar için söylenebilecek daha güzel bir cümle henüz bilmiyorum.

                                                     İşbu noktada, yazarak paylaşmak yine, yeniden içimi suladı. Su verenleriniz çok olsun efenim…