Gülümsemen o kadar güzeldi ki mağaramdan yıllar sonra çıkmak istedim. Bakışların bir davetti benim için ve ben mağaramdan çıkmak için savaşmaya karar verdim çünkü gözlerinde kendimi görmek istedim. Ah! O bakışların, bana bu dünyada güzel şeylerin olabileceğine inandırdı ki -bilenler bilir- bu dünyada güzel şeylerin olabileceğine hiç inanmazdım. Ben vahşiydim sen ehlileştirdin. Herkesle savaşırken sana yenildim, sana yenilmek istedim. Hayatla olan savaşımın tam ortasında karşında diz çöktüm ve kalbimi ellerine bıraktım ki bu artık kalbimin ve ruhumun yuları sende demekti. Hakkımda hüküm sahibi sendin. Bu mülkün sahibi sendin.

Ellerini tuttum ve benim gibi bir cahil senin ellerinden medeniyeti tattı ki yine bilenler bilir ben medeniyet denilen zırvalığa da hiç inanmıyordum. Sen bilmezsin bir gün oturmuştuk bir parkta yan yana, can cana sen tutuvermiştin iki elinle yüzümü. Titriyordum heyecandan sen duymuyordun, görmüyordun ama benim yüreğimin tam ortasında bir çağı kapatıp yeni bir çağı başlatıyordun ve gözlerin birer şahi topu olmuşlardı ve baktıkça bana o iki gülle tüm duvarlarım yıkıyordu birer birer. Bu durum bir yandan çok hoşuma gidiyorken bir yandan da senin hayatıma girmen beni rahatsız ediyordu. Bir yanımla vahşi kalmayı isterken duygusal olarak sana bu kadar bağlanmak bana ters geliyordu. Ben yalçın kayalarda özgürce dolaşmak istiyordum. Gökyüzünün maviliğinde gözlerden uzak bir şekilde uçmak istiyordum. Nereden bilecektim meğer gök, senin yüzündeymiş. Nereden bileceğim ellerinin benim yuvam olacağını ve her yüzüme dokunduğunda kendimi evimdeymiş gibi hissedeceğimi?


Ne Mecnun olmak istedim ne de Ferhat.

Ne aşık olmak istedim ne de ehlileşmek.

Sen beni neden çıkardın mağaramdan?


Böyle şiir mi olur lan ne uyak var ne kafiye. Ulan zaten kafiyeyle uyak aynı şey değil mi? Bak ne hâldeyim farkında mısın? Gecenin 00.08'inde sana yazdığım mektubun içinde kafiyeyle uyağın aynı şeyler olduğunu tartışıyorum kendi kendimle ya da Kinyasla.

Kinyas kim? Ben kimim? Sen beni nelere mecbur bıraktın? Sahi sen beni neden yapmak istemediğim şeyleri yapmaya gidişinle mecbur bıraktın? Sahi bizi bir daha kim çeker Kinyas? Kim bizle tanışmak ister? Herkes kalmak için savaşırken biz hep gitmek için savaştık Kinyas, sahi artık sen de gitsene Kinyas.

Sen bilmezsin, sende anlamıştım ben yaradanın yaratma kudretini ve sayende bir kere daha tatmıştım imanın lezzetini. Şimdi aşk şeriatınca verilen hükümle hakkımda hicret kararı çıkmış. Şimdi ben bunca yolu nasıl yürüyeceğim? Sen beni yalnız başıma yürümeye neden mecbur bıraktın gidişinle?


Nasıl da döktürdüm dedi kendi kendine. İlk aşk hikâyesinin denemesini yarılarken. Elleri yazmaktan yorulmuştu ve çalışma masasından kalktı, gözlüğünü yazısını yazdığı defterin üstüne koydu, hemen mavi tarağıyla bıyıklarını taradı ve paketinden bir dal sigara yaktı. Aslında bu bıyık tarama töreni sigara içmek için bir nevi hazırlıktı. Gecenin sessizliğinde ilk nefesi çekti sigarasından ve içine çekerken sigarasını kâğıdın usulca yanarken çıkarttığı çıtırdama sesini duydu. O sesten sonra ne yorgunluğu kaldı ne de yazı yazmaktan ağrıyan ellerinin acısı. Ayağa kalktı, perdeyi çekti, camı açtı derin bir nefes aldı ve başını çıkartıp camdan yolu seyretmeye başladı. Sigarasından bir fırt daha çekerken kendi kendine söyleniyordu çünkü aşk hakkında önüne gelen herkes saçma sapan hikâyeler uydurarak piyasada belli bir yere geliyordu ve bu durum iyice rahatsız ediyordu onu.

Onlarca yazı yazmıştı, bu yazıları dergilere yollamış günlerce geri dönüş beklemişti ama hep hüsranla bitmişti bu heyecanlı bekleyişleri ve yorulmuştu. Bir karar verdi, o da artık sonu ayrılıkla biten yarım kalmış aşk hikâyeleri yazacaktı. Bir nevi protesto ediyordu koskoca edebiyat dünyasını kendince.

Hepiniz bu ülkede neden düzgün yazar çıkmıyor diye sızlanıyorsunuz. Ben cevaplayayım kısaca müsaadenizle.

Yahu efendim günümüzde bir kitapçıya girip en çok satanlar rafındaki kitaplara baktığınızda onun yukarıda kaleme aldığı öyküden ne farkları var? Bu ülkede para kazanan ve tanınan bir yazar olacaksanız ne yazık ki onun gibi ve o çok satanlar raflarındaki kitapların yazarları gibi aşkı pazarlayacaksınız.

Ahlar vahlar sana Türk edebiyatı, sen ki bağrından kimleri kimleri çıkarttın da şimdi geldiğin nokta düşük kaliteli aşk hikayeleri, romanları oldu, dedi. Sigarasından son bir fırt daha çekti ve fırlattı aşağıya. İçeri girdi, camı kapattı sonra kütüphanesine dönerek büyük ustalardan özür diledi ve oturdu çalışma masasına ve devam etti düşük kaliteli aşk hikâyesine.