Az önce yağmur yağıyordu. Şimdi güneş açtı. Hava da tıpkı benim gibi parçalı bulutlu. Öfori ile disfori arasında gidip geliyorum. Düzlüğü bulmaya çalışıyorum bir su terazisi gibi. Ben niçin normal olamıyorum? Ya da normal ne ki? Artık deliliğim tescillendi bile, delilik biliminin profesörü oldum. Hayattan korkuyorum. Bir köşeye büzüşmüş herkesten kaçarak yaşıyorum. Bazen merak ediyorum doğduğumdan beri kaç litre gözyaşı akıttığımı. Acaba buharlaşan gözyaşlarım kimlerin kimlerin üzerine yağdı? Hüznümü, sevincimi ve hayal kırıklıkları mı da hissetmişler midir? Peki ben kimlerin gözyaşlarıyla ıslandım? Hepimizin hüzün kaynağı ortak galiba biz fark etsek de etmesek de. Ölüm güzel şey, diyor üstad. Yaşamak da güzel. Ama sen de güzelsen, başarılıysan, becerikliysen, iyi bir kul isen. Ayrılıklar her zaman kötü değildir. Her nefesimle ateşe bir adım daha yaklaşıyorken neden hala nefes alıyorum? Yusuf peygamber kuyunun dibinden çıkarıldı. Ama biz peygamber değiliz ki. Karanlıkta kalmaya yine kendi hatalarım yüzünden mahkumum. Gölgesine sığındığım ağaç kafama meyvesini atıyor, papatyalardan yaptığım taç soluyor. Yaprakların arasından güneş bana dokunuyor. Yaramaz rüzgar eteklerimi uçuruyor, uzamış otların boynunu büküyor. Bir dala bir kuş konuyor. Farklı renkteki her gül farklı kokuyor. Bir düşünce otobüsü gidiyor ve diğeri geliyor. Ruhum ise aşırı farkındalıktan yorgun düşüyor.