“Efkârıyla güneş görmez gecede,

Islak asfalttan yansıyan ışıkla,

Ürkek yağan damlalar eşliğinde,

Israrla kendimden kaçar haldeyim”

 

Dışarıyı izliyorum, susuyorum sadece, düşünüyorum. Hafiften dökülüyor damlalar gökten, izlemekten keyif alıyorum. Yıldızlar gülümsüyor dökülen damlalar onlara ait değilmiş gibi. Hep gülümsemek zorunda olduğum aklıma geliyor, etraf tenhayken döküyor gözlerim taşlarını. Yerden topluyorum onları sonrasında, görmemeli kimse orada onları. Neden görmemeliler bilmiyorum, zayıflık ve korkaklık gibi geliyor ağlamak. Bana zayıfmışım hissi veren ağlamak mı, yoksa bunu görmeleri mi birilerinin, bilmiyorum. Asıl zayıflık ağlamak değil, öyle olsa her gece dünyanın en güçsüz insanı ilan ederdim kendimi, biliyorum. Pencereye bir damla vuruyor, irkiliyorum. Uzaklaştığım gerçekliğe ürkek bir adım atarak hayatımı düşünmeye başlıyorum tekrardan.

Bugün kendimi istemeden içinde bulduğum tartışma karşılıyor beni kapıda, sahte bir gülümseme var yüzünde, bana acıyor belli ki. Ne yapmalıyım, nasıl sıfır zayiat ile çıkarım işin içinden? Kaybetmek istemiyorum, alışmalıyım. Onların çizdiği yolun sınırlarına girebilmek için neden kendi yolumun gidişatını değiştiriyorum, soruyorum kendime. Birileri ile vakit geçirmek, gülmek hoş geliyor bana; bunu kaybetmek istemiyorum. Her saniye değişiyor, kopuyor bağlarımız, engel olamıyorum. Hepimiz, her şeyimiz çok farklı: hayallerimiz, yaşantılarımız, beklentilerimiz, düşüncelerimiz… Bu farklılıklara rağmen nasıl birlikteyiz sorusu elini uzatıyor bana sonrasında, saygısızlık yapıp çekiyorum elimi, cevap vermek istemiyorum. Pencereden dışarı bakmasını söylüyorum ona rüzgâr yüzünden iyice eğilmekte olan ağacı işaret ederek. Birlikte tutan bir bağ olduğundan bahsediyorum ona, yokluğunda tüm bağların kopacağından. Bu bağ tam olarak nedir bilmiyorum, belki zorunluluk, belki anılar… Sonrasında her şeyin bir tesadüf olduğunu, zaman geçtikçe varlığımın hafızalardan toz olup gideceğini fark ediyorum.

Susadığımı anlayınca bir yudum daha alıyorum soğumuş kahvemden. Bu gece uyumak istemiyorum, istesem bile uyuyamam, biliyorum. “Sahiden niye uyuyoruz?” sorusu başköşede oturuyor, yanına bir sandalye de ben atıyorum. Özgürlükten açıyor konuşmayı, dinliyorum. En güzel saatleri uyuyarak harcamaktan yakınıyor, katılıyorum bu düşüncelere. Uyumadan olur mu diye soruyorum, sözümü keserek tabii ki olur diyor, şaşırıyorum. İçeriden ağlamaklı sesler işitiyorum, kalkıp kapıyı aralıyorum. Açtığı şarkıyı mırıldanan bir çocuk karşılıyor beni içeride, yanlışlıkla döktüğü taşları toplarken gülümseyerek bakıyor yüzüme, bunlar tanıdık geliyor. Masadaki bir kâğıt ilişiyor gözüme; mürekkebi daha kurumamış, eğri büğrü yazılmış onlarca satır. Sayfa ıslaklıktan kabarmış, okurken zorlanıyorum ama satırlara bakmaktan kendimi alamıyorum. Aşkın hazin sonunu görmüş, sonunu bile bile okuduğu hikâyeyi bırakmayan bir yazarın kaleminden döküldüğü aşikâr bu satırların. Çocuk kâğıdı okumamdan rahatsız, elimden çekiyor. Gülümsüyorum buruk bir şekilde, tekrardan iğreniyorum acınası duygulardan. Söylemek istiyorum bu duygulara mahkûm olan çocuğa, ses çıkartamıyorum. Sanırım pişman olmak için acı çekmesini istiyorum, çok bencilim. Odadan çıkıyorum, çıkmamla birlikte o ağlamaklı ses devam ediyor kaldığı yerden. “Sahiden niye uyuyoruz?” sorusunu uyumamak için çırpınırken buluyorum. “Gerçeklerden kaçma çabası çok acınası…” diye geçiriyorum içimden.


Balkona çıkıyorum bu sefer, kimse yokken dışarıyı izlemek istiyorum. Zifiri karanlık, ortada kimsecikler yok. Yoldan bir araba geçiyor, düşüncelerimi de kendisiyle birlikte peşinden sürüklüyor. Farları ona yol gösteriyor sanki; aklıma içimi döktüğüm kişiler, en önemlisi babam geliyor. Bu sefer taşları tutmuyor gözlerim, kimse yokken dökülüyorlar birbiri ardına. Işığa ihtiyacım olduğunu anlıyorum, hangi yoldan gideceğimi bilemiyorum. Gözlerimi kapatıyor, sesleri dinliyorum. Bülbüller ne kadar hoş ötüyorlar. Gözlerimi açıp bu sesin sahibini görmek istiyorum, bulamıyorum. Güzel şeyler gizli kalmalı, anlıyorum…

Güneşin ilk ışıklarının pencereden girmesi ile ayılıyor, kendime geliyorum. Oda, uyuklayan “Sahiden niye uyuyoruz?” sorusu, ağlayan çocuk... Hepsinin düşüncelerden ibaret olması sevinçle karışık bir hüzün veriyor. Buruk bir gülümsemeyle uyumam gerektiğini anlıyor, yatağıma uzanıyorum. Daha farklı, daha iyi bir ben olma arzusu ile uykuya dalıyor ve düşüncelerimi sonlandırıyorum…