Tellerin göğe battığı bir bulutun alçalışıyım. Ellerini arıyorum tutunmak için. Hiç uzanamadığım ellerini. Boynumun sıcaklığını bilmeden oraya değmeden beni nefessiz koyan ellerini. Omuzlarına bakınıyorum sağda solda. Göğün bir eczanesinde nöbetteyim. Sanki başım yıllardır ağrısını geçirmek için oraya değmeyi bekliyor. Oysa o omuzlar bana yanımda sırtını dönüp yatan, aldatmış bir adam gibi acımasız. Benden olmayan bir yalandı inandığım. Zehirdi ve yutmaya çalıştım her seferinde. Boğazımı deldi sancısı. Geceleri yürürken parmak uçlarının sesinde kasveti bile uyuttum ben. Ne eller tuttu, ne omuzlar uyuttu ne de parmak uçları yürüdü. Bu yüzyıllık düşüşte tutunacak bir çelikti kelimelerim ve her uzvuna onlarla inandım. Sen değildin bana uzanan, beni tutan. Biliyorum bunu, bir taşı yutmak gibi. Öyle olsa bu boşlukta, bu gri göğün altında kurutma ipinde unutulan yalnız beyaz bir atlet gibi sallanmaz, yırtılmazdım. Aç uyumazdı çocuklar saldırgan gecelerde. Hikayeler kesilmezdi en can alıcı yerinde. Bir ateş titremezdi namlunun içinde. Elleri saçlarımı ütüler, sabahlara hazırlardı koyu gecelerde. Şimdi sarılmaya aç, kelimelere tok karanlık bir günün içindeyim. Artık beni kusan dünyaya güzel bir çorba yapma gibi hayali bir umudum yok ama sırtımı da dönemiyorum. Her batan tel içimi gösteriyor bana. Televizyonsuz fakirin evinde asılı duran antenim yeryüzünde. Allah’ım, yanlış anlama beni. Bu sadece rüzgarda ipi kopan ve yeryüzüne örtü olmaya giden bir şiirin sesi.

-artık yeryüzü göğün telleri tarafından kilitli.