Fi tarihinin bilmem kaçıncı saatinde son nefesimi verirken

Verdiğim pozun dayanılmaz güzelliğiyle

Birçok çocuğu nasıl ağlattığımı anlatmak isterim:

 

I. Gün

 

Yol kenarına dikili gözlerim

Seni beklerken uyumayı öğrenemedi

Ben, sana dokunan diğerleri kadar

-İşte ortaya çıkıyor yatak odası günlüğün-

Bir kalbi söküp vadetmek yetmiyor

Bazen sadece teninde başka izler bulmak

Ömrümden yılları almaya yetiyor

En sonunda baban uzaklardan çıkageliyor

Bir gömlek, bir köpek ve bir damat

Bunların yanında nasıl eğreti durduğumu bilemezsiniz

İşte budur derdim

Uykumdan uyandırıp sabaha kadar konuşabiliriz

Beyaz önlüklü yabancı bir ses kulaklarımda

“Serotonin eksikliği bu,” diyor

“Geçer.”

Birkaç başlık altında inceleyebiliriz beni o halde

Sinir, mutsuzluk ve uykusuzluk

Ben senin laboratuvar farenim

Duygularım nasıl olsa yapaysa

O halde biletimi verin:

Gökyüzünde bir gün

Yer kabuğunda bir ömür tatil!

 

II. Gün

 

Toprak ve su hatta ateş taşır kalbim

Roma’da kitapları yanan bir aristokratın öfkesiyle

Küfür savururken tanrının çocuklarına

Gerçek acıyı öğreten bendim onlara

Yoksa bilemezdi Süleyman, karıncalarla konuşmayı

İskender atını şahlandıramazdı

Yürüyor öfkem denizleri aşarak

İyi gelmiyor avuçlarıma konan kar tanesi

Şimdi kucağında bayılsa umutlarım

Unutmam!

İşte budur, üzülmenin saatleri

Çocukluğuma ait karnımda bıçak kesiği

Başımın üstünde pervaneler, kuşlar

Mesele ışık olup yürümekse sonsuza

Beni çekip alabilirsin yanı başına.

 

III. Gün

 

Önemli değil beni sevmen

Yazdığım satırlardan şüphe duyabilirsin

Karanlık çağların cadı avları misali

Yakabilirsin çehremi utanmaksızın

Karnımı deşebilirsin kör bir kalemle

Nasıl olsa ben şeytanı gördüm!

Zevk için birçok cümleyi öldürebilirim

Türlü oyunlarım vardır benim

Ve uçurumun kenarına geldiğimde artık kaybetmişimdir

Bu atlayış hayatımın en uzun atlayışı olacaktır

Yalanlarım ve oyunlarım,

Cümlelerim ve günahlarım

Benimle birlikte düşerken her yüz metrede

Yere çakılana kadar her şeyin güzel olacağını varsayacağım.