İnsan, diyorum, ne kadar da susuyor bazen tek bir cümle için. Ne gelirse başa; dilden, sözden gelirmiş. Yanıyor, kıvranıyor, acıyor, sancıyor, ne kadar da susuyor alabildiğine. Hariçte kısacık, özünde upuzun bir cümle. Susmasa, söyleyiverse belki bir nebze de olsa azalacak yanması. Kıvranması bitecek. Acısı dinecek. Sancısı kesilecek... 

 

Tek bir cümle için ancak bu kadar uzun susulabilir belki de. Bu kadar ince hesaplanır zamanı ya da söylensin mi, söylenmesin mi? Kıymeti mi artacak, değeri mi düşecek sözün? Çözecek mi düğümlenmiş dilleri yoksa biriktikçe birikecek, susturdukça susturacak mı daha çok? Yerini bulacak mı yoksa havada mı kalacak? Bir manaya bürünüp kelama mı dönüşecek yoksa adi bir söz olarak mı kalacak yine?

 

Yürekten dile hücum edip vücut bulmaya çalışan söz, susturur insanı karşılık bulamıyorsa muhatabının gönlünde. Öyle bir susturur ki hem, daha önce kimse böyle susmamıştır, kimse çıldırırcasına sıkmamıştır dişlerini böylesine. Aşkı kilime dokuyanlarınki bile susma değildir bu susmanın yanında. “Ayrılıktan zor belleme ölümü...” diyor ya şair, konuşmak hiç de zor değildir susmaktan. Ölmekse konuşmak, susmak hep bir ayrılıktır. Gitmek isteyip gidememek, defalarca gidip görememektir. Bitirmemecesine anlatmak, anlatmak, anlatmaktır bir yandan susmak. Adına türküler yakmak, üçüncü, beşinci, onuncu, daha bilmem kaçıncı şahıslara anlatmak ama muhatabına anlatamamaktır susmak. Hariçte kısacık, tek bir kelimelik; özünde upuzun, söylene söylene bitirilemeyen bir söz... Upuzun bir cümledir özlemek...