Şimdi ben sana ne anlatabilirim ki?


Papatya kokuları sürünmüş bir papatya gibi narin, öylece salınmamı beklemiyor musun etrafında?


Birkaç tuğlayı üst üste koymuşsun, elini de büyük bir incelikle baston ediyorsun; rahatça çıkıp da tuğlaların üzerine, seslenebilmem için, içindeki halkıma. Senin içindeki.


Ama bu rol bana fazla. Bana aslında her rol fazla ama bu kadarına inanılmadığını tecrübe ettiğimden, artık söylemek için de hiç nefesimi tüketmiyorum.


Peri masalları zehirlidir, ben gerçekten de gerçek bir şey istiyorum ama kimin yüreği kaldıracak bunu?


Kim savuracak bilyelerini yerlere ve ayırmadan toplayacak sonra hepsini, "şu senindi - bu benimdi" diye?


Öyle kolay mı?


Kolay mı yanaklarındaki boyaları silmeden önce birkaç saniye durup da kimden bulaştı diye bakmamak?


Kolay mı, hem "bilmiyorum" diyebilmek hem de "haydi, anlat!" diye hevesle gözlerinin içine bakmak birinin?


Kolay mı, "bak, burası var ya tam burası, burası elli kere aynı yerden ve aynı şekilde kırıldı." diye gösterebilmek birine, daha yeni kaynamaya başlamış kemiğini?


Kolay mı, kırmayacağını ümit etmek, aynı yerden?


Peki kolay mı, "kırarsa da canı sağ olsun, döner yoluma giderim" deme hali?


"Küsmedim! Küsmüyorum işte!" diye ayaklarını yerlere vuran ufak bir çocuk var mı bizim de içimizde?


Sesini duyuyor muyuz?


Duymak istiyor muyuz?