“Zaman ezeli; zaman sonsuza dek uzanıyorsa, olabilecek her şey zaten daha önce olmuş değil midir? Şu anda geçen her şey daha önce de aynı şekilde geçmiş değil midir? Zamanın hep var olduğunu, sonsuza dek geriye uzandığını düşünün. Böyle sonsuz bir zamanda, dünyayı oluşturan bütün olayların yeniden bir araya gelişleri, sonsuz kereler kendilerini yinelemeleri demek olmuyor mu?" (1)
Kurgusal bir diyalogda Nietzsche Dr. Breuer’e böyle söylemiştir. Şüphesiz birçok düşünürün şaşırtıcı bulduğu ‘Ebedi Dönüş’ paradoksuna gönderme yapılmaktadır. Nietzsche’nin ‘yüklerin en ağırı’ dediği Ebedi Dönüş temel olarak şu düşünceden besleniyor: Her şey sonsuza dek yinelenir. Yinelenmenin kendisi de sonsuza dek yinelenir. Yaşamımızda gerçekleşen olaylar bir yinelenmedir: Yaşanan hayat tekrar yaşanacak ve tekrarın kendisi de sonsuza dek tekrarlanacak. “Her acı ve her sevinç, her düşünce ve her iç çekiş, yaşantında olan en büyük ve en küçük olaylar senin için yinelenmelidir. Varoluşun sonsuz kum saati sonsuz bir şekilde ve sen, tozların içindeki en küçük toz zerreciği, onunla birlikte döndürülmüş olacaksın.” (2)
Bu, şu anda yazdığım bu yazıyı sonraki başka bir zamanda aynı biçimde tekrar yazacağım anlamına mı geliyor? Yoksa daha kavramsal açıdan mı yaklaşmalı? Ebedi Dönüş dünyaya başarısızca serpilmiş basit bir paradoks mu, yoksa gerçekten mantıksal çerçeveden bakıldığında bir dayanağı var mı? Nietzsche ile şu konuda uzlaşıyorum: geçmiş zaman sonsuzsa, olayların ve nesnel olanın ve bunları bir araya getiren tüm farklı birleşimlerin de sonsuz olması gerekirdi. Bu kombinasyon çeşitliliği sınırlıysa, o halde bu birleşimlerin sonsuz zamanda bir şekilde tekrar etmesi gerekir. Fakat bu düşünce ile ilgili odaklanmamız gerekenler olaylar mı, olgular mı, nesneler mı, kavramlar mı, yoksa her şey mi?
Bu çılgın mitosu daha iyi anlayabilmek sonsuzluğu değil sınırlılığı; nesnel olanın sınırlı çeşitliliğini düşünmeyi gerektiriyor. Salt insana, mesela insan hareketlerine indirgenip insan hareketleri mekanik açıdan ele alındığında çoğu zaman kendimize özgü ve biricik olduğunu düşündüğümüz şeylerin milyonlarca insan tarafından aynen tekrarlandığını fark ederiz. Bunun açılımı şudur: örneğin bir şeyi bilmediğimizi ifade ederken vücudumuzun yaptığı bir hareket, binlerce başka insan tarafından aynı biçimde yapılır. Nesnel olanın sınırlılığı buradadır; eğer insani olayları ve olguları us’dan ayırırsak, geriye bir fabrikada milyonlarca kez basılmış tek tip durumlar kalır. Tüm insanlık, birkaç farklı el hareketine, birkaç farklı yüz ifadesine, birkaç farklı yürüyüş biçimine kısacası birkaç farklı vücut hareketine sığdırılmış gibidir! İnsanın biricikliği düşüncesini sarssa da dünya üzerindeki insanların neredeyse tamamı aynı hareketleri kullanır: Aynı hareketi yaparak üzülür, aynı hareketi yaparak sinirlenir ya da şaşkınlığını aynı hareketi yaparak ifade eder. Bize bir şey anlatılırken veya roman okurken betimlenen hareketleri gözümüzde canlandırmamız bu yüzden çok kolaydır. Çünkü binlerce insan herhangi bir olay hakkında bir şey bilmediğini vurgulamak isterken ellerini omuz hizasına kaldırarak avuç içleri yukarı bakacak şekilde “ben bilmiyorum ki” der.
Başka bir açıdan: Her şey tekrar ediyorsa, tekrarlanmanın kendisi de tekrar ediyorsa ve örneğin Kurtuluş Savaşını tekrar tekrar yaşayacaksak her seferinde yeniden tutkulu bir toplumsal kimlik belirlemek zorunda kalmaz mıyız? Veya sadece kişiyi ilgilendiren herhangi bir durum ile ilgili en azından kararsızlık denen anın hiç yaşanmaması gerekmez mi? Karasızlık tanımı gereği sonraki aşamadan emin olmadığımız durumlarda kendini gösterir. Daha önce hiç karşılaşmadığımız bir durum karşısında seçeceğimiz yolun hangisinin daha iyi olacağını hiçbir zaman kesin olarak bilemeyiz. Us, seçenekler söz konusuysa bariz olumsuz olmayanı seçme yetisiyle birlikte yalnızca geçmiş örneklemlere göre bir öngörüye açıktır. Karar verirken geçmiş tecrübelerimize göre hareket etmemiz bundandır. Ancak kararsızlık anında yardımımıza koşan kendi geçmişimizdeki örneklem ile bir sonraki an karşımıza çıkması muhtemel olan örnek birbirinin aynısı değildir. Tüm öngörüler yanılır. O halde kararsızlık durumu Ebedi Dönüşü tamamen reddeder. Ancak kararsızlığın kendisidir tekrar eden. Olaylar ise insandan insana, mekândan mekana, düşünceden düşünceye yansırken o olay hakkındaki fikirler de insandan insana farklılaşır. Her farklı insan zihni bir olayı içinde bulunduğu farklı koşullara göre yorumlayabilir. Aynı olay birini dehşete düşürürken diğerini yalnızca korkutabilir. Aynı olay karşısında birisi akıl tutulması yaşayıp hareketsiz kalırken diğeri daha ihtiyatlı davranabilir. Aynı olayı geleceğe göre kesin bir doğrulukla yorumlamak imkansızdır. Her ne kadar uğraşsak da Ebedi Tekerrür düşüncesi hakkında fikirler yürütmek yerine onu bir çerçeveye sığdırmak ya da tam tersi bu düşüncenin çerçevesine sığmaya çalışmak aslında faydasızdır.
Okuduğum düşünürler arasında Albert Camus kadar etkilendiğim kimse yok. Çünkü yazgısı ona felsefesiyle bağdaşacak biçimde bir ölüm bahşetmiştir. Tıpkı ünlü denemesi Sisifos Söyleni’de Sisifos’a atfettiği gibi: Yazgısı kendisinin olmuştur.
Anımsayalım: “Tanrılar Sisifos’u bir kayayı durmamacasına bir dağın tepesine kadar yuvarlayıp çıkarmaya mahkûm etmişlerdi; Sisifos kayayı tepeye kadar getirecek, kaya tepeye gelince kendi ağırlığıyla yeniden aşağı düşecekti hep. Yararsız ve umutsuz çabadan daha korkunç bir ceza olmadığını düşünmüşlerdi, o kadar haksız da sayılmazlardı.” (3) Ölümün olmadığı bir yerde sonsuza dek aynı şeyi yapmak: Kişisel ilerleyişlerin, elde etme çabalarının, başarma umudunun olmadığı bir yerde yalnızca bir kayayı tepeye çıkarmak. Kayanın yine düşeceğinin ve düşen kayayı yine yukarı çıkaracağının ve bunun hiç bitmeyeceğinin de bilincinde olmak. Gerçekten de oldukça korkunç görünüyor.
Fakat “…insan yükünü eninde sonunda bulur. Ama Sisifos tanrıları yadsıyan ve kayaları kaldıran üstün sadıklığı öğretir. O da (Oidipus gibi) her şeyin iyi olduğu yargısına varır. Bundan böyle, efendisiz olan bu evren ona ne kısır görünür ne değersiz. Bu taşın ufacık parçalarının her biri, bu karanlık dağın her madensel parıltısı, tek başına bir dünya oluşturur. Tepelere doğru tek başına didinmek bile bir insan yüreğini doldurmaya yeter.” (4) Ve sanki altını çizmek adına şöyle sona erer deneme: “Sisifos’u mutlu olarak tasarlamak gerekir.” (5) Bu söz kutsaldır. Çünkü geleceği şimdiki zamanın bilincine bahşeder: Bir insanın yüreğini doldurmaya yetecek şey tepelere doğru tek başına didinme eyleminden çok yazgının önceden bilinen bir şey haline gelmesidir. “Sisifos’un tüm sevinci buradadır: yazgısı kendisinindir. Kayası kendi nesnesidir.” Sisifos’un kesin biçimde öngörülebilir bir geleceği vardır artık. Gerçekten her adımda biraz daha fazlasını elde etme umudu olsaydı Sisifos için sonsuz yinelenmenin sevincinden söz edebilir miydik? Sisifos Söyleni ile Ebedi Dönüş düşüncesi arasındaki kayda değer ilişki buradadır. Nietzsche de Camus ile uzlaşır: Ebedi Dönüş düşüncesinin kişi üzerine bütün ağırlığıyla duracağını ya da başka bir ihtimalle kişinin kendisini ve bu yüce doğruluk sayesinde yaşamı sevmesine neden olacağını söyler.
Bir Alman atasözü şöyle der: Einmal İst Keinmal, yalnızca bir kere olmuş olan, hiç olmamış sayılır. Eğer yalnızca bir kez yaşadığımız bir hayattan söz ediyorsak ve daha önce hiç karşılaşmadığımız bir gelecek zaman bizi bekliyorsa, vereceğimiz kararların ya da atacağımız adımların niteliği önemsizdir. Sisifos’un yüreğini dolduran şey buradadır: sonsuz tekerrürün bilinci. Çünkü mutlak bir ihtiyatla çizilmiş kısımları da olsa, yanlışlıkla karalanmış yerleri de olsa, büyük yürek doygunluğuyla oluşturulmuş izlenimi veriyor da olsa çizgileri belirmeye başlayan yaşam resmi, hiçbir zaman resme dönüşmeyecek.
“Zaman ezeli; zaman sonsuza dek uzanıyorsa, olabilecek her şey zaten daha önce olmuş değil midir? Şu anda geçen her şey daha önce de aynı şekilde geçmiş değil midir? Zamanın hep var olduğunu, sonsuza dek geriye uzandığını düşünün. Böyle sonsuz bir zamanda, dünyayı oluşturan bütün olayların yeniden bir araya gelişleri, sonsuz kereler kendilerini yinelemeleri demek olmuyor mu?” Kurgusal bir diyalogda Nietzsche Dr. Breuer’e böyle söylemiştir. Şüphesiz…
Kaynaklar
Irvin D. Yalom; Nietzsche Ağladığında, Çev. Aysun Babacan, Ayrıntı Yayınları, 2004, s.307
Friedrich Nietzsche; Şen Bilim, Çev. Levent Özşar, Asa Kitabevi, 2003, s.341
Albert Camus; Sisifos Söyleni, Çev. Tahsin Yücel, Can Yayınları, 2007, s.121