“Geldin…”

Titrek birkaç nefes

-Geç mi geldim?

Kafa sallar

Ağlamaktan konuşamaz

“Geldin.”

-Niye ağlıyorsun o zaman?

“Mutluluktan.”

Gülerek ağlar

Gözyaşları sevinçten süzülür gider

“Sen yokken korkudan da ağladım,

ama geldin.”

-Gelmem mi sanıyordun?

“Yok olur mu hiç…

Yok…”

Omzu düşer

“Benimleydin ki hep.

Ruhun ruhumda,

gönlün gönlümleydi.

Ama şu et parçası var ya!

Ne de mühimmiş…”

-Zor muydu?

Dudaklarını sıkar

“Bazen çok,

bazen hiç.”

Minnet dolu

Dolu gözlerle bakar

“Odana iyi baktım.

Gelince dinlen diye yatağın hep hazırdı.

Bulutlardan diktim döşeğini,

yastığın kuş tüyü,

yorganın koyun yünü.

Lavanta bıraktım başucuna,

bilirim seversin kokusunu.”

Başını eğer

Utancını gizlemeye çalışır gözkapakları

“Sen yokken misafirlerim oldu.

Bazen çok doluydu ev,

mecbur senin odanda da ağırladım.

Ama müsaade etmedim uzun kalmalarına,

kokuları siner diye,

onlar gider gitmez de odanı havalandırdım.

Kokun duruyor bak.”

Gülümserler

Şükür dolu

Dolup taşar gözleri

Sonra sertçe çarpar gövdeleri birbirlerine

Sımsıkı sarılırlar

Bir daha gitmesin diye

“Oh…

Deniz doldu içim,

bu nasıl güzel serinlik.”

Daha bir gömerler yüzlerini birbirlerine

“Ebedi sevdiğimle olmak isterim…

Ve onunla ölmek.”

Gömüldükleri yerde bir çiçek bitiverir

Yaprakları bir türkü mırıldanır

Çal sazı oynayalım sevdiğim

Çok uzun süre bekledim seni

Gidelim mi dağlara

Güneş daha bir güzel doğar şimdi

Ebedi sevdiğim gelmiş

Hoş gelmiş