konur sokaktaki telvin bar’ın masasında bugün sen konuşuldun. öyle özlemiş öyle özlemişim ki seni, yüreğim darmadağın oldu. masada senin konunun açılmasının sebebi; Mağusa limanı şarkısının çalması üzerine oldu. Vahit abim “yüreğin dağlanmıyor mu la bu şarkıda?” dedi. sadece “abi…” diyebildim. o bakışlarımdan anladı zaten beni. “bazen tamamlanmamış cümleler iyidir, çok şey anlatır.” dedi. evet doğru. sende benim tamamlanmamış cümlemsin ve bende o kadar çok şey anlatıyorsun ki sana anlatamam. gözlerim yaşlı kalktım masadan. karanfil’de yürürken senin “Ankara'nın sisli ve soğuk sokaklarında beraber yürüyelim olur mu?” dediğin geldi aklıma. ben dediğini yapıyordum ama sen yoktun. bu yokluğun öyle bir halki, doğumda annesini kaybetmiş olan bebeğin, annesine duyduğu hasret kadar büyük ve öfkeliydi. kokunu unutmak üzereyim ama saçların, yüzün, ses tonun hala aklımda. onları mıhladım beynime unutmam unutamam daha da. her yeni güne uyandığımda senide uyandırıyorum düşlerimde. zaman zaman öfkeleniyorum ama “olsun” diyorum kendi kendime. vuslat kesin sevdiğim, vuslat kesin. biraz kırgınım sana oda bencilliğin yüzünden. beni bu karanlık girdapta yalnız bırakıp gittiğin için. yoksa ben sana kızar mıyım sevdiğim? ben bu haldeyim işte aklıma geldikçe hem darma duman oluyorum hem de çiçekler açıyorum. annen arıyor zaman zaman. odana hiç girmemiş ben Ankara'ya geldiğimden beri. sorguluyoruz ikimizde “neden böyle yaptı acaba?” diye. sadece susuyoruz telefonda dakikalarca, saatlerce, günlerce, haftalarca, aylarca, yıllarca. ya işte ben bu haldeyim, böyleyim… sevgili cemal ada’nın da dediği gibi “çünkü böyle şeyler, böyledir.” gittiğin yerde kendine iyi bak, ben senin için, bizim için geziyorum Ankara'nın o sisli ve soğuk sokaklarında. bu veda değil, etmiyorum sana veda daha doğrusu edemiyorum. öptüm kalbinden…
-devrim aden