I.

Biliyorsunuz parkların

Sizi çağıran tarafları

İnsanın gizli, karanlık köşeleriyle oranlı

Orada saklanıyor onlar

Çünkü her türlü saklanıyorlar orada

Bir yağmur öncesinin loş sokaklarıyla

Dağınık mavisiyle gözlerinin

Sevgi vermez kadın uçlarıyla

Korkuya, sadece korkuya sığınmış olarak

Eskimiş, kurtlanmış ikonlarıyla kiliselerinin

Yalvaran bakışlarıyla -nasıl da sevimsiz-

En kötüsü, belki de en kötüsü

Bir duygu açlığıyla soluyarak

Parklara yerleşiyorlar, parkların

Onları çağıran köşelerine

Bir karıncayı selamlıyorlar, besili, siyah

Bacak aralarından

Çömelmiş, öyle sakin

Selamlıyorlar

"Günaydın" diyorlar atılmış bir kâğıt parçasına

Kuleler yapıyorlar ayak parmaklarından

Birinci katta bir kibrit çöpü oturuyor

Acılar alıp veriyor dünyadan

Dillerini gösteriyorlar, dizkapaklarını

Bir sıkıntı şiiri gibi

Sıkıntı

İşte

Tam orada duruyorlar.



II.

Bu kimin duruşu, bu sizin en gülmediğiniz saatlerde

Her cümlede iki tek göz, bu kimin

Ya da kim korkuttu bu kadar sizi

Bu nasıl sevişmek, üstelik bu kadar hızlı

Ya da tam tersine

Boş vermek öperken, severken boş vermek sevmelere

Sulardan ürpermek gibi dokununca,

Ya da ben kimi sarmışım böyle kollarımla

Kime söz vermişim, biraz da unutmak gibi

Denir mi, ama hiç denir mi, iş edinmişim ben

İş edinmişim öyle kimsesizliği

Kendimi saymazsam -hem niye sayacakmışım kendimi-

Çünkü herkese bağlı, çünkü bir yığın ölüden gelen kendimi

Konuşmak? konuşuyorum, alışmak? evet alışıyorum da

Süresiz, dıştan ve yaşamsız resimler gibi.


Ne çıkar sanki sardıysam sizi kollarımla

Unutmak, belki de unutmak olsun diye mi?

Onu da tatmak gibi

Oysa ne bir evim oldu, ne de bir yerim var şimdi gidecek

Ama gitmenin saati geldi

Kirli bir gömleği çıkarıp asmak

Yıkayıp kurutmak ister ellerimi

Su içmek, saati kurmak ve sebepsiz dolaşmak biraz da

Açınca camları -diyelim camları açtık ya sonra?-

Sonrası şu: ben bir camı, bir perdeyi açmış adam değilim

Bilirim ama çok bilirim kapadığımı

Öyle iş olsun diye mi, hayır

Bilirim içerde kendimi bulacağımı

Dışarda görüldüysem inattan başka değil

Evet, çünkü bu karanlık işime en geleni

Kendimi saklıyorum ya, bir yığın ölüden gelen kendimi

Oramı buramı dürtüyorum, bunu sahiden yapıyorum

Ve açıyorum bütün muslukları

Diyorum sular mı böyle, sular mı olmalı

Ne geldiği, ne de gittiği yer belli

Olmuyor, gene kendimi düşünüyorum

Alıştım istemiyorum.



III.

Binlerce, ama binlerce yıldır yaşıyorum

Bunu göklerden anlıyorum, kendimden anlıyorum biraz

İnsan, insan, insandan; ne iyi ne de kötü

Kolumu sallıyorum yürürken, kötüysem yüzümü buruşturuyorum

Çok eski bir yerimdeyim, çürüyen bir yerimden geliyorum

Öldüklerimi sayıyorum, yeniden doğduklarımı

Anlıyorum, ama yepyeni anlıyorum bıktığımı

Evlerde, köşe başlarında değişmek diyorlar buna

Değişmek

Biri mi öldü, biri mi sevindi, değişmek koyuyorlar adını

Bana kızıyorlar sonra, anısızın bana

Kimi ellerini sürüyor, kimi gözlerini kapıyor yaşadıklarıma

Oysa ben düz insan, bazı insan, karanlık insan

Ve geçilmiyor ki benim

Duvarlar, evler, sokaklar gibi yapılmışlığımdan.


Bilmezler, kızmıyorum, bunu onlardan anlıyorum biraz

Erimek, bir olmak ve unutulmak içindeki onlardan

Ya da bir başkaca şey: ben kendimi ayırıyorum

O yapayalnız olmaktaki kendimi

Böyleyken akıp gidiyorum bir nehir gerçeği gibi

Sanki ben upuzun bir hikâye

En okunmadık yerlerimle

Yok artık sıkılıyorum.



IV.

Biliyorsunuz, size geldim sadece

Kapınızdan aldım, ballı çöreklerinizden

Peki bu sevinmek niye?

Girdim ki içeriye yıllardır soyunuyordunuz

Ve işte giyiniyordunuz yıllarca

Bir Mısır, bir Roma, belki de bir Yunan elleriyle

Eski bir insandınız merdivenler gıcırdıyordu

Her eski daha bir eskiyi uyarıyordu

Otlar ve geyikler duruyordu tanımsız sadelikler içinde

Sesler mi? acı sesler geliyordu erkeksiz, yanık

Bir türlü bakıyor, gene bir türlü soluyordunuz işte

Düşündüm, ama merdiven gıcırdıyordu

Olmazdı sanki gıcırdamasın, ürpermesindi bir yerimiz

Biliyorsunuz olmazdı

Ağzımız koksun, ama koksun, biz iğrençliğe de varız

Yatalım, leş gibi yatalım, öylesine alıştığımız ki bu

Bir kumru bir kumruyu tamamlasın

Bir yılan, bir fare bir deliği kapasın bu

Sadece bu.


Bak göreceksin nasıl da ayrılmak istiyoruz sonra

Nasıl da kaçmak istiyoruz birbirimizden

Yeniden yeniden yeniden

Yeniden hazırlanıyoruz

Sanki bir güzelliği ödüyoruz

Belki bir güzelliği ödüyoruz.



V.

Biz olmayan insanlarız, ya da çok kuşkuluyuz - böyle

Nereden geldiniz, tam sizi soracaktım - böyle

Biraz da soğuk almışım, biraz da içki, biraz da bahçe

Yukarı çıkalım, hadi çıkalım, annem çay pişirir size

Çünkü o bizim yukarda her zaman bir mavi olur

Güneşler girer çıkar ellerinize

Biriyle konuşursunuz, olmayan biriyle, hadi sevinin

Kim bilir, belki de buluşursunuz

Söz verip sizi bekletenlerle

Sonra da çıkarız - niye olmasın - bahçeye çıkarız birlikte

Otlara basarız, dallara değeriz, bunları hep yaparız

Biraz da susmalıyız. İnsan bir şeyler aramalı kendinde.


Dedim ya, annem de var, ama çay pişirmez size

Durur da durur işte yıllanmış heykeller gibi

Bilmem ki, bilmiyorum da, belki de benim annem yok

Belki de öyle beyaz ki, alışmış görünmezliğe.


Nereye gidiyorsunuz ama nereye

Sanki biz olmayan insanlarız biraz da kuşkuluyuz

Ya da çok kuşkuluyuz - böyle.



VI.

Yüzümü size çeviriyorum, siz misiniz?

Elimi suya uzatıyorum, siz misiniz?

Siz misiniz, belki de hiç konuşmuyorum

Belki de kim diye sorsalar beni

Güneşe, çarşıya, kadehe uzatacağım ellerimi

Belki de alıp başımı gideceğim

Biliyorsunuz ya bir ağrısı vardır gitmenin

Nereye, ama nereye olursa gitmenin

Hüzünle karışık bir ağrısı.


İşte bir denizdeyim, dalgalar ortasında

Kim olsa denizci der, denizden anlayan der bana

Adımı bilmeden der, adımı bilmeden

Şafaklar kadar güzel adımı

O zaman bir kıvrılandır, bir kuruyandır dudaklarım

Ve gittikçe sıkılmaktır ülkesi sıkıntının

Sanki bir yokluğa, bir çaresizliğe bakar gibi

Nice yüzler görürüm, nice değişik kıyılar

İnsanı, o kayalar gibi sert insanı

Bekledikleri kadar.


Bir ağız, bir tütün, bir mızıka gerçeği gibi

Varınca kıyıya birden

Değilsin artık gemici.



VII.

Bana bir şeyler söylediniz, anlamadım

Bir cümle, bir iyi söz, gene anlamadım

Doğrusu hiç anlamadım, siz ne demiştiniz?

Ben ne demiştim, ve çekip gitmiştim sonra

Öyle ya, niye hiç değişmedi bakışlarınız?

BİTMEDİ, DİYORUM BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ.


O gün bugündür işte - ben mesela

Çok usta bir avcının gözleri karşısında

Bir çocuk olarak taptaze oyuncakların

Ve çok ölçülü saatlerinde ev kadınlarının

Ki birdenbire açılan kucaklarında

BİTMEDİ, AMA BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ.


Bitmedi anlaşıp soyunduğumuz gün - o beyaz

Bir taşı kaldırdığımda o akıl almayacak yaşayış

Tanrıyı sorduğumda, olur ya, günün birinde tanrıyı

Odama kapanıp saydığımda ayak parmaklarımı

Kapımı çaldıklarında - bunu size söylüyorum anladınız

Kaykılmış, büyümüş gözleriyle onların

Kim der ki yalan, ve yalandır orda konuştuklarımız

BİTMEDİ, DAHA BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ.


Üstelik bitecek gibi değil

Biri kopmuş ayağından, biri kopmuş kimsesizliğinden

Sımsıkı tuttuğu dönerken köşeyi

Elinde bir bıçakla

Ve öldürmek isterken - kimiyse kimi

Gülünç, sebepsiz, bilinçaltı

Ama tutalım, koyvermeyelim

Tutalım koyvermeyelim bırakın kibarlığı

Yanılmak kolay, üstelik çok belli işte yanıldığımız

BİTMEDİ, DİYORUM BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ.


Paralar bozduruyoruz, gereksiz eşyalar alıyoruz bu yüzden

İçtikçe içiyoruz o çocukluk günlerinin yüzüyle

Biri mi öldüydü ne, selviler, mezar taşları, kalabalık

Ya da bir masal mı söyleniyordu, hiç mi hiç bitmeyecek bir masal

Kimbilir n'olduydu gene

İşte bir sevgilinin bırakıp gitmesi üzerine

Apışıp kaldığımız, yatıverdiğimiz yemekten sonra

Saatin kaç olduğu - üstelik sorulmaz ki

Sabaha kadar sabaha

Uyuyup uyandığımız

BİTMEDİ, DİYORUM BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ.


Evlere sığamıyoruz, öylesine büyüdü ki vücutlarımız

Ve konuşmalarımız, öyle büyüdüler ki peşi sıra

Hani hep bir olup da eve taşıdıklarımız

Kahveden, meydandan, sokak içlerinden

Bulup da çıkardığımız

Konuşmalar:

- Biri geliyor sözü değiştirelim

- Yürüsek açılırdık

- Bu ne uzun bakmak kendinize

- Ağzım mı kokuyor ne, yaa!... çok kötü bir günümdeyim

- Akşama bezik, evet, siz ne içerdiniz?

- Annem mi, çok sevinecek..

, Belki de sinemaya gideriz..

- Bilirsin erken kalkmalı, yarın.. (gülüşler) yok canım!

- Siz yarın deyince aklıma ölmek geliyor, katıla katıla ölmek

- Bana kalırsa..

- Evet size kalırsa

- Bana kalırsa şimdiden eğlenelim

- sus!

- Biri geliyor

- Biri geliyormuş sözü değiştirelim..


Yengemin başı ağrıyor, tek sebebi büyümek

Masalar, tabaklar, hani şu kirazlar koyduğumuz

Kalmadı adım atacak yer bu yüzden

Oğuza söylemeli, bir daha çiçek getirmesin

Lale de saçlarını kestirmeli

Sonra gereksiz eşyalar var, bir gün oturup konuşalım

Örneğin şu hasır koltuk neye yarıyor

Bana kalırsa babamın mineli saati

Tek bşaına bütün bir odayı dolduruyor

Hele annemin güneş gözlükleri

Yarından tezi yok, çakımı, kol saatimi, eldivenlerimi

Aaaa! kitaplarınız

BİTMEDİ, DAHA BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ.


Üstelik bitecek gibi değil

Çok yaşlı bir kadın yün eğiriyor - düpedüz ilgisizlik

Bisiklet yarışları, akşam gezintileri, insan ne güzel eğleniyor

Bir hırsız giriyor ellerinize polisler hırsızı kovalıyor

Daha akşama çok var - olsun - biri sizi öpmeye hazırlanıyor

Bense berbere uğrayacağım, şu saçlarıma bakın!

Üstelik bilmiyorum bu şarapları nasıl içiyoruz

Balıkları nereden geliyor soframızın hele

Yıllardır ama, yıllardır neyi koysalar önümüze

Alıştık, sadece bir türlü bakıyoruz.


İşte biz böyle yapıyoruz.



VIII.

İnsan doğduğu günleri iyi bilmeli

Size çiçekler aldım, adımı yazdım üstüne, iyi bilmeli

Korkunç bir Yahudi, korkunç bir pastayı bölüyordu ikiye

Bir avlu taptaze bir çaydanlığı gösteriyordu giderek

Oooo! demek bütün insanlar çay içecek

Bilmem, çok uzakta biri sevindi

Sonra ben sevindim; acı mı, sevinç mi, ama bilmeden

Belki de ilk olarak vardım ayakta durmanın tadına

Sıktım ki sıktım bir ara dişlerimi

Bir bakış, bir korku, ya da gereksiz bir eşya

Yani ne varsa atılması gereken sırtımda

Önce yavaş yavaş, sonra hızlı hızlı

Ve bir Ortodoks kabalığınca içten

Soyundum, yıkandım, ki görülmemiştir böylesi

Aklıma geldi derken; acı mı, sevinç mi, gene aklıma

Ben ki bir ölüyü beklemekle geçirdim geceyi

Bir ölüyü ve ölünün bütün inceliklerini

Size çiçekler aldım, adımı yazdım üstüne, biraz da bunun için

Gözlerim görüyordu, öyle ki, benden ayrı görüyordu gözlerim

Dişlerim ağrıyordu, denir ki ayrıca ağrıyordu benden

Bilmem, çok uzaklarda biri sevindi

Sonra ben sevindim, kadınlar sarışındı

Ben biraz esmerdim, o kadar

İşlerim kötü gitti

Bilseydim katılırdım savaşlar oldu ötemde

Yaşayanlar güzeldi

İnsan doğduğu günleri iyi bilmeli.


Geçen yıl korkulu bir çağda uyandım

Sur dışlarına çıktım, sıcak havaları severdim

Mezarlar gördüm, müzeler daha güzeldi

Annem sevinmek için boncuklar alıyordu çarşıdan

Ben boncuğu hiç sevmem, hele kırmızı hiç sevmem

Demek çok uzaklarda biri sevindi

Sonra ben sevindim, o ben ki işte bütün gün

Bir ölüyü bekledim ve ölünün bütün inceliklerini

Biri bir cinayetten dönüyordu, şan getiren bir cinayetten

Biriyse bir köleydi, kâğıtlar kalemler içinde

Akşamlara dek bir masa katılığınca gülen

Ama o gün bugündür ayrılmadım ben

Ayrılmadım işte o

Beklediğim ölüden.


Pek yakınım olacak, karım, ya da kızkardeşim

Belki hiçbiri değil, sadece bir kız

Öyle ki, biralar, yaz günleri onunla biraz güzeldir

Ama çok iyi bir günde çıldırıverdi

Yalnızlıktan

İnsan doğduğu günleri iyi bilmeli

Sonra temizce bir yemek yemiştim, hatırlıyorum

Dövülmüş kısraklar gibi uyumuştum

Bir şeyler ummuştum, umudu kesmek gibi

Sonra da gürültüler yapmak için dışarı çıktım

Kocaman bir adamdı dışardakiler

Bilmem, böylece kaça çıktı beklediğim ölüler

İşte her bakımdan kendini arıyordu biri

Şaşırmış arıyordu - ben miydim neydim -

Yıkılmış, bunalmış, sürgün içinde

Kendini arıyordu, aynı renk, aynı biçimdeki kendini

İnsan doğduğu günleri iyi bilmeli.


Koşup duruyorken, önce aşkların peşi sıra

İyi günler, serin evler, baygın kokulardan gelen aşkların

Bu sanki en azından tanrıyla işbirliği

Ya da buluşmak gibi özüyle insanların

Oysa bir sığıntıydım çok uzaktan bir gülmeye

Yalvaran gözleriyle - açılmış açıldıkları kadar -

Ya da bir tilki avında kim bilir kimin inceliği

- Gözleri, ufukta bir yerdi işte gözleri -

Belki de yer alıyordum korkuyla avuntu karşısında

Belki de yitirilmiş, yok bakacak yeri

Ya da bir ölüydük işte ve ölünün bütün incelikleri

Size çiçekler aldım, adım yazdım üstüne, iyi bilmeli

Korkunç bir Yahudi, korkunç bir pastayı bölüyordu ikiye

Bir avlu taptaze bir çaydanlığı gösteriyordu giderek

Oooo! demek bütün insanlar çay içecek

Hayır! Çok uzakta biri sevindi.



IX


Artık ne uyanmak için bu sabahlar

Ne de bekliyoruz, beklemek için değil

Üstelik ne de bir karanlıkla anlatıyoruz bu düşünceyi

Ne açıp da ağzımızı tek kelime

Yok, hayır, kaskatı durmuşuz sadece

Durmuşuz; ölümü, acıyı, daha neleri durdurmak için

Evet bir de cins tuzaklar kurmuşuz gözlerimize

Tuzaklar, ve sanırım herkesin işi bizi anlamak

Biz ki dört kişiyiz evde; ben, çocuklar ve karım

Artık adını sürdüremiyoruz gizli kalmanın

İçkiler içiyoruz, en çok da kötü içkiler -Hıh sığınmak!

Bilmem ki ne demeli, böylesi içinden geliyor insanın

Belki de alışıyoruz, soylu bir düşüncedir alışmak

Diyoruz, belki de

En önce İsa alışmıştır kendi söylevlerine

Sonra da biz; ya durmak, ya a bir zincirle oynamak bütün gün

Ya da pek olağan şey, katılmak bir döğüşe

Korkmak, o kadar korkmak ki sonuca varmak için

Sinmek, kalakalmak dört duvar arası bir yerde

Bakınca duvarlara - üstelik böyle de bakmak kendimize

Bir ki dört kişiyiz evde; ben, çocuklar ve karım

Diyoruz - ve gülünçtür bu - herkesin işi bizi anlamak

Artık tadını sürdüremiyoruz gizli kalmanın.


Karımı soruyordunuz, her zamanki gibi çok geveze

Bir gün onu yaşarken görmüştüm -görmüştünüz

Çiçek mi koparıyordu ne, elini tutmuştum tutmuştunuz

Yani ben ne yaptıysam, o sizin de yaptığınızdı biraz

Ben ki neyi yapmıyordum, o sizin de yapmadığınızdı.


Karımı sormuştunuz, nedense ölmüştür karım

Sizinle yemeğe gitmek gibi kolay ölmüştür işte

O kadar kolay ölmüştür ki, belki de anlatırım

Ne süs, ne çiçek, ne de bir şölen

Üstelik ne de bir şey eksiltti gülümsemesinden

Konuşup duruyordu gene akşamla dek

Kumarsa kumar, içkiyse içki

Yani bir kedi gelirdi arada bir

Bir köpek siyaha koşardı ellerinden

Bense o günlerde bir kürk tacirinin evinde

Tırnakları kirli bir oğlanla

Bir gemici durmadan sıkıntıyı anlatır

Şişeleri devirirdi elinin tersiyle.


Karımı sormuştunuz, nedense ölmüştür karım

Sizinle yemeğe gitmek gibi kolay ölmüştür işte

O kadar kolay ölmüştür ki, elbette anlatırım

Bana gelince, günlerce kendimi yokladım ben

Elimi kanattım, yüzümü kestim, kafamı vurdum bir yerlere

Uyudum uyudum uyudum öylesine

Ve şaşırdım böylece yemek saatlerini

Ve sabahlara karşı yattım, aklıma çocukluğum geldi

Sevdim ki sevdim o her zaman sevmediğim şeyleri

Koynuma bir bıçak yerleştirdim, düşmeyecek gibi eğilirken

Geceleri kapkalın adamlarla döğüştüm, ama döğüştüm

Birinde yaralandım, üç dikiş vurdular göğsüme

Bir gün de peşi sıra gittim bir adamın

Siyah elbiseli, siyah şapkalı, eldivenli

Adamsa ummadığım şey, bir bankaya girdi

İsteğim kirli işlere karışmaktı, olmadı


Bir gün de bir lokantaya girdin, yanımda biri vardı

İğrendim, ama susmayı seçtim sadece

Böyleyken garsonun biri elini kesti

Çıkardı mendilini, bir düğüm attı üstüne

Masaya geldi derken usulcacık masaya

Geldi: ne içersiniz? Sahi biz ne içermişiz?

Şarap mı, konyak mı, ve ne dermişiz viskiye

Çıkalım dedim, o yanımdaki kız gibi herife

Başını salladı, kim olsa böyle yapardı, çıktık

Karanlık, uzakta surlar, ve kadınlar geliyordu üstümüze

Bense şaşırmış gibi çıkalım diyordum durmadan

Adamsa bakıyordu, şaşırmış bakıyordu kendimize

Hep böyle diyordum işte, çıkalım çıkalım çıkalım

Çıkalım diyordum, çıkalım diyorduk, hadi çıkalım!

Nereye, ama nereye?


Belki de biliyoruz, doğrusu bilmiyorum, biliyor musunuz?

Ben askerdim, yağmur mu yağıyordu, bir yere geldim

Üçüncü sınıf bir otele indim, tırnaklarım kirliydi biraz

Bir o kadar da kirliydi ayaklarım

Burnum mu kanadıydı ne; ispirto, pamuk, sırtüstü yatmak

Yattım öğleye kadar, otelci karısını dövdü aşağıda

Üç çocuğu vardı otelcinin, bir horozun başındaydılar

Sabahsa bir karışık şeydi, sanırım peynirler, salamlar kesiyordu adamlar

En ayıp yerlerini tıraş ediyordu biri

Alıştım gitti

Sonra yıkandım, tıraş oldum ben de, görmeliydiniz

Sonra da bir bara gittim -neee! bara mı gittiniz?

Doğrusu müzeleri gezecektim, biriyle buluşacaktım - sonra da

Tam üç yıl oluyor özlediğim bir kadınla...

Öldüyse, hayır ölmemiştir, nereden çıkardınız?

Neyse ben bara gittim, çıkarken anladım gittiğimi

Başım da ağrıyordu, üstelik alnımın üstünde koca bir yara

Ya duvara çarptımdı, diyorum, ya da kestimdi bir bardakla

Ya da kim bilir, bana sorarsanız tanrısal bir şey

Elbette, kim ne der, inanmışım ben

Bir keder, bir susuş ve bütün bunların yüze vurmuşluğuna

Otele döndüm sonra, oteller gidiyordu biraz

Girmeler, çıkmalar, uzanıp yatmalar büyüyordu odalarda

Otelci duruyordu, karısı duruyordu, çocuklar durmuştular

Birden aklıma geldi, dilimi çıkardım onlara

Dilimi çıkardım; sipsivri, kıpkızıl, ucunu oynatarak

Onlar ki biraz şaşkın, acıyorlar gibi biraz da

Sonra pek tuhaf oldu, ne yapsam, yalıyor gibi yaptım elimi

Öyle ya, elimi kestimdi ben -ne yani, deli değilim ya!


Yukarı çıktım, bilseniz çığlıklar içindeydi odam

Yataklar bir şeyleri kaydırıyordu soluk soluğa

Bardaklar büyümüş - o gün bugündür anlatamam büyümeyi

Çoraplar, gömlekler, kravatlar taşıyordu sokağa

Bir kedi esniyordu - ben gördüm - üstünde şehirlerin

Bir böcek - yetişir be - dünyayı yokluyordu bacaklarıyla

Yığılmış kalmışım öyle, sonradan anlattılar

İyi ki anlattılar, otelci karısını dövdü gene aşağıda

Biliriz, üç çocuğu vardı işte otelcinin

Ama bilmiyoruz, biz neydik ve ne olmağa.


Kalktım bir bara gittim -neee! bara mı gittiniz?

Doğrusu müzeleri gezecektim, biriyle buluşacaktım - sonra da

Tam üç yıl oluyor özlediğim bir kadınla

Kadın mı dediniz, dedim ya, ne olacak?

Hiiiç!

Alışmak, sadece alışmak.


Ben o kadınla yattım mı, kör olayım bilmiyorum

İnanın yattımsa

Ama bilmiyorum.



X.

"Ya ne yapmalı" diyor annem bu geçkin çizgileri

"Yıllardır aynı evdeyiz" bunu ne yapmalı

Babam: ve ne yapmalı diyor bu bir yığın geleneği

İşte bir sahnedeyiz: ev, gelenek, duygulu kadın

Bense ufacık taşlar üzerinde bir ufacık şey olmanın

Bir pencere beyaz, bir karanlık mayhoş, ne iyi

Sürüyle odalar, sürüyle gülüşler, sürüyle konuşmalar

Ne yazık! vakit de yok kurtarmak için geleceği

Düşünsek bile şimdiden - düşünemiyoruz ya

Üstelik ne çıkar bundan, ve ne katardı yaşamımıza

Hiçbir şey! çünkü ne varsa içimizde gelecek için

Sanki bir öyküsü bu hayatı süslemenin

Soframız, yatak odalarımız, lambalarımız

Annemin tarih kitapları, babamın güneş gözlükleri

Kuyular gibi işte, şişeler sarkıttığımız yaz akşamları

Tavan arasındaki boşluk, gölgesi karşı duvarın

Kırlangıç yuvaları, yüzümüzden cins kanatların geçtiği

Kavunlar karpuzlar yardığımız, o yemekten ayrı düşündüklerimiz, o

Bir şey mi kaybettik öyle, kim bilir bize neler eklediği

Sonra bir bıçak gibi durduğu sarısı içe çökmüş lambaların

Babamın kaşları çatık, annemse düşünceli

Kim bilir n'olduydu gene, diyelim bir yoksulluk önceliği

Belki de hiçbiri değil, canımız sıkılmak istemiş o kadar

Annem: ve ne yapmalı diyor bu geçkin çizgileri

Böylece bir sahne daha: güneşler, alışmak ve biz

Sanki bir tramvaya bindik, az sonra ineceğiz


Aksilik bu ya, diyelim ansızın bozuldu tramvay

İndik, ve yeniden beklemeye koyulduk hepimiz

İşte bir sahne daha: bir sigara yaktıydı babam

Annem saçlarını düzeltti, bir şeyler gösterdiydi eliyle

Bizse kısa bir oyun tutturduk, hiç! yetinmek için sadece

Öyle bir sahne ki bu: anladık, sevdik, ve unuttuk her şeyi

Sonra bir tramvay daha geldi.



XI.

Size baktığım yol uzamakta

Kendine baktığım yol uzamakta

Yoruldum, bunaldım, canım sıkılıyor

Eve dönmeliyim, iyi bir yemek, uyumak istiyorum sonra

Yok eğer uzayıp gidecekse bu iş

Derim ki vakit erken, hava da güzel nasıl olsa

Çocuklar görürüm, uzağa bakarım, saçlarımı tararım hiç değil

Belki de biri seslenir, güneşler, güneşler tutan uyruğunda

Bir resim görürüm ya da - ortalık inceydi biraz

Ya da bir resim gördüm; köşede, antikacıda

Ve düşündüm diyelim yanında bizim şamdanların

Bir uyuşma olacak annemin saçlarıyla da

Ne zaman? elbette sabahları

Sabaha baktığım yol uzamakta

Bilirim, her şey tamam, yemek de yendi kurtuldum

Uykuya baktığım yol uzamakta

Uyumak, nasıl uyumak, daha bilmiyorum

İki perde arası soğuk bir limonata

Belki de çıkınca evden taşıtlar beklediğimiz

Ve taşıtlar beklediğimiz durakta

Birini gördüğümüz ya da, geveze, kaypak, sıkıcı

Bitmesi bir olayın - ölüm mü geliyor aklınıza?

Kim bilir, belki de ölüm

Ama korkmayın, bütün iş korkusuzlukta

Öyle ya, ha dibinde ölmek gümüş şamdanların

Ha bir cellat elinde, gözleriniz kapalı

Belki de yürüyorken, iki taşıt arasında

Belki de bir intihar; güzdü, çiçekler vardı

Şişman bir adam kulaklarını tutuyordu dünyada

Dünyaya baktığım yol uzamakta

Ve biraz düşünsek mi, alıştık nasıl olsa

Kim bilir neyi istiyorduk, neyi anmıştık az önce

Dönsek mi dersiniz, gene dönsek mi oraya

Oraya baktığım yol uzamakta

Ya da bir bahçedeyiz - üstelik kadınlar vardı

Ağzınız, çatallar, tarçınlı pasta

Ya da bir toplulukta - iyi yaptınız!

Bu çok hoştur! - size söylüyorum - yaramaz çocuk!

Beni de sandınız! - evde mi? - hayır! limonlukta

Ve hemen kalktınız, bir yangın yeriydi orası

Ya da aklınız olacak sizi bir yangına yerine bağladı

Kızgın güneşte bir şişe ispirtoyu devirdiniz

Kutsal bir iş yaptınız ve yerleşti sizde bu kanı

Belki de bir din devirdiniz; anneniz, annenizin saçları

Gümüş şamdanlar, sabah ışığı, vesaire

Ve sanki he olay, her davranış, ölümün bitişiğinde

İşte evdesiniz, iyi bir yemek, uyumak istiyorsunuz sonra

İstemek, neyi istemek, daha bilmiyorsunuz

Açtınız radyoyu, ılıyan bir ses kanınızda:

AIU, İAO, AĞ UĞ AĞ

Ve kahkahalar arasında kahkahalar

Orada, aşağıda

Tek umut, tek varış, tek kurtuluş gibi

Ve kaskatı kesilmiş, beyaz

Sallanıyorsunuz boşlukta.



XII.

Bir kedi başını kaldırdı, ve adam esnedi - tak

Bir yüzü vardı kocaman düşüverdi avuçlarına

Bilmem ki gelir miydi? - saat üç buçuk - üstelik hava..

Sonra şu yağmur bulutu, boşandı boşanacak

Bir kedi ürperdi, ve adam yeniden esnedi - tak

Acaba?

Yazıldı saatin üç buçuk olduğu havaya

Boşandı taptaze üçler halinde bir yağmur

Kim bilir, bu saatte, onu anlıyorum

Belki de unutmuştur.

İşte düğmeler, iğneler, ibrişimler satılan bir dükkânda

Herkesin akşamı onu buluyordu

Bir adam sakallarını yokluyordu kasılarak

Sizi bekliyorum - beni bekliyormuş - niye olmasın?

Bir bakış, bir gülüş, ve yüzünü yüzüne tutuyordu ustaca

Adamsa şunu yapıyordu: hiçbir şey, ama hiçbir şey

Ne tuhaf! - Ben olsam! - ne çıkar ben olsam da

Gelmedi, gelmeyecek ve otuz yıl önce yazlıkta

Oturmuş bir köstebek yavrusunu bekliyor

Çıkmadı, ama çıkacak - babası sesleniyor

Bir sofra duruyor, gerilmiş çilek kokularıyla

Tam çileğe geldi sıra, uzattı çatalı batıracak

Hayır! bir tuhaftır bu, insan gecikmek ister biraz da

Gecikmek: sanırız bizi bir şeyler bekliyordur olağanüstü

İşte ansızın biri çıkacaktır karşınıza

Hiç yoktan biri çağıracaktır sizi

Ya da bir kadın bayılacak, bir memur çıldıracaktır önünüzde

Bir kurşun, bir kurşun daha

Yere serecektir bir serseriyi

Gecikmek: bana kalırsa eve dönmeli en iyisi

Bir küfür, bir patırdı ve babası çıkışıyor

Annesi, annesi biliyor başına geleceği

Bahçede bir kız çocuğu erik ağacını sallıyor boyuna

Diyelim her olayda böylece bir şeyler bulunur

Kalsın, daha çok zaman kalsın diye hatırda

Bir gün, bir benzin deposu havaya uçmuştu biliyorum

Bir alev, bir duman, usulca sokulmuştum

Yanmış bir cep saatimi aklımda tutmuştum yıllarca


Gelmedi, ama gelecek, nedense alıştık zamansızlığa

Bir kedi başını kaldırdı, ve adam esnemedi bak

Demek siz! - koca ihtiyar! - ıslandım işte!

Saat üç buçuk, vallahi saat üç buçuktu gene

Hey Tanrım neye yaradı sanki unutulmak

Kadın saçlarını tarıyor, ve usulca sokuluyordu adama

Adamsa ayağa kalkıyor ve işte ayağa bakıyordu ustaca

Dışarı çıkıyor, içeri giriyor, üç aşağı beş yukarı

Kadınsa domates doğruyor, yok mu ya bu yaz yağmurları

Evet, sahiden, niye?

Soruyor kadın:

Bu yaz yağmurları..



XIII.

Şimdi her yerden bakıyorlar - demek uykusuzum -

Kral birini çağırıyor uykusu bitmiş olarak

İşte salı, akşama doğruyuz, Bay Kemik Taciri kestiriyor

Vahalam'da, bilmem ki neresidir Vahalam

Babamın, ak saçlı babamın açtığı yara

Bir tarla konusu

Oy bre dolduran doldurana boşluğu

Babamın akıttığı kan

Bilmem ki neresiydi, neresidir Vahalam

Babamı tanıyorum; çorabı, tütünü, acılarıyla o adam

Eksiği yok küfürden yana

Onu buğdaylar öldürecek, sapsarı öldürecekler onu

Belki de gelenek bu

Al kılçıklarıyla ve hep birden -tamam!

Bilmem ki neresiydi, neresidir Vahalam.


Kral birini çağırıyor, basarak parmağını kâğıda

Bay Kemik Taciri çamurdan yüzünü üstümde tutarak

Hırçın ve kadınsal bir sesle çıkışıyor

Anlamak, sadece anlamak istiyor korktuğumu

Bir adam sokağın alt yanını doldurdu

Kırmızı elleriyle

Masa camında bir çınar yaprağı derinleşiyor

Evet, sizi anlıyorum

Yani kendimi

Saat beş, bu üçüncü çay, kalkınan bir yerimi öldürüyorum

Ve işte bilmiyorum katil kim

Bir burgu, gene bir burguyu oyuyor

Ve karım otuzunu dolduruyor bu akşam

Saat beş, diyorum erken dönmeli eve

Kral birini çağırdı ve işte birini kovmak üzere

Gene bir yanlışlık olacak, hadi kazandı Bay Kemik Taciri

Beni bu kemikler öldürecek, yağlı, pis hayvan kemikleri

Olanca aklığıyla, ve hep birden - tamam!

Bilmem ki neresiydim, neresiydi Vahalam.


Kral tacını çıkarıyor, başı ağrımış olacak

Onu selamlıyorum, kapıyorum kapıyı ardından

Saat beş, bakınca camdan onu görüyorum

Camlarda iri bir gölge derinleşiyor, o

Kralsa tavana bakıyor, bir kristal avize haklayabilir onu

Bay Kemik Taciri karşıya geçiyor başarıyla

Ben sadece paltomu giyiyorum


Akşam

Kral birini çağırdı; biraz et, biraz da şarap

Oturmuş masaya Bay Kemik Taciri

Karısı ve dört çocuğuyla

Duvarda bir tüfek asılı, durmadan ona bakıyor

Tavşanlar, keklikler, turnalar oluyor tüfeğin ucunda

Başkaca bir şey olmuyor

Ben kötü bir meyhaneye dalıyorum, ortalık küf kokuyor.


Duvara alıştırıyorum gözlerimi - siz nesiniz duvarlar?

Hiiiç! sadece duvarız biz

Öyleyse bir yarım saat, karım da bekleyebilir

Adamlar önce beyaz değil, sonra beyaz

Bir şapka gene bir şapkaya asılı

Bir palto gene bir paltoya

Bir adam kendiyle döğüşüyor bir adamda

Evet onu anlıyorum

- Yani kendimi -


Bir kadın bir sürahide biriyle sevişiyor

Bir burgu gene bir burguyu oyuyor ayrıca

Bir adam dikilmiş ve dikilmiş içiyor durmadan

Hey tanrım! omuzlu, güçlü, kuvvetli

Kocaman bir çocuk yüzü taşıyor yalnızlıktan.


Gece, saat on, karım otuzunda olmalı diyorum

Bir gidip bir geliyorum karanlıklarda

Çiçekler alıyorum, bitmeyen çiçeklerini gecikmelerin

Ve dalıyorum içeri ışıksız bir kapıdan

Aranmak, yenilmek, ve hayır! utanmaktı

Vahalam

Kral uyandı, karım iç çekiyor durmadan

Bir sabah ışığı kendini yerden yere vuruyor

Kızım uyuyor, ve uyuyan biri gibi konuşuyor karım

Bir duvar resmi gibi konuşuyor

Kral?

Kral uyandı.


Saat dokuzu on beş geçiyor, üşüyorum

Güneşler mi vuruyor sırtıma ne, üşüyorum

Ölgün ve değişmez adımlar atıyorum, üşüyorum

Karanlık, pis adamlar çıkıyorlar mağaralarından

Ne umut, ne hiçbir şey, sadece çıkıyorlar

Bir gece, bir sabah, ve benim bakışlarımı taşıyorlar

Karım ağlıyor, kızım uyuyor, karımsa gene ağlıyor

Diyorum

kim bilir

belki de

tamam!

Orasıydı Vahalam.



XIV.

İşte bu boşluk, durmadan bizi çağırıyor

Kremler, pudralar, iç bulantıcı kokular gibi

Bir kır bekçisi köpeğini sevdi

Bir çocuk delinmiş bir kovayı sürdü - nereye?

Bir kadın bağırdı bağırdı bağırdı

Tam on yıl öncesine yarayacak bir sesle.


ÇOĞULLAMA


Biz kadınız, bilmeden seviyoruz bu kedileri

Seviyoruz, bir sevilme içgüdüsüyle

Bu bizim yüzümüzde ufacık çizgiler oluyor -acaba

Evet, çok değil, konuşurken düzeltiyoruz

Orayı burayı topluyoruz, yeriyse çocuklarımızı öpüyoruz

Ama biliyorsunuz ki gene de

Hepimiz, işte hepimiz

Bitmenin, tükenmenin yorgunluğu içinde.


Gözler mi? tavana dikili, hayır, pencereye

Yağmalar, sürgünler, yangınlar içinde

Çünkü bu boşluk; tüneller, çukurlar, kap kacak ağızları

Mağralar, denizler, gökyüzleri değil de

Bu boşluk, o bir türlü dolduramadığımız, o

Orman, dağ, kısacası evrenle.


ÇOĞULLAMA


Biz bu lavanta kokularını bilmeden taşıyoruz

Biz bu tavanı bilmeden eski rengine boyuyoruz

Bu bizim terliklerimizde ufacık güller oluyor - acaba?

Evet çok değil, onları bilmeden hoşa gideriyoruz

Sormayın, ama sormayın, bilmeden aralık tutuyoruz kapılarımızı

Bilmeden bekliyoruz, bilmeden uyuyoruz sabahlara değin

Kim bilir, belki de biz

Tanrısıyız en olunmaz şeylerin.


Bu bizim en düzenli hareketimiz: olmak

Asılıp kalmışız öyle, görenler bizi görüyor

Görenler bizi görüyor ve gidip geliyoruz dikkatle

Doğrusu, niye saklayalım, hepimiz bunu yapıyoruz

Ama biz yaşıyorken de bunu yapıyoruz sadece

Cansız

Ve gidip geliyoruz dikkatle.


ÇOĞULLAMA


Biz bu kendimizi boşuna soruyoruz kendimize

Boşuna asıyoruz onları, boşuna öldürüyoruz

Bu bizim gözlerimizden ufacık şeyler geçiyor -acaba?

Evet, çok değil, bakışırken düzeltiyoruz

Biz ne garip şeyleriz ki; doluyuz, bazıyız, avuntuluyuz

Ve bizim en güzel öldüğümüzdür bu: yaşamak

Ben biliyorum, yalan mı, siz de biliyorsunuz.



Yerçekimli Karanfil (Toplu Şiirleri I), Adam Yayınları 4. Basım, Ekim 1993