Öncelikle bu uzun yazıyı okumadan önce hazırladığım videoyu izleyebilirsiniz. TIKLA
"İyilik içten gelir ve seçiliyor olmalıdır" Antony Burgess'in romanı Otomatik Portakal'ın dönüp dolaştığı mevzu tam olarak bu cümledir diyebiliriz. Roman bir distopyadır, insana dair bir umut barındırmaz. Hiç kimse herhangi bir iyilik teşebbüsünde dahi bulunmaz. Hatta başkahranımız Alex, iyilikle ilgili şöyle alay eder: ama kötülüğün sebebini bulmaya çalışarak tırnaklarını kemirmeleri kahkahadan kırılmama yol açıyor kardeşlerim. İyiliğin sebebini aradıkları yok, öyleyse tersini niye merak ediyorlar ki? diye sorar. Alex'in kendisini felsefi olarak açıkladığı tek yer burasıdır "bazı insanlar iyilik yapmaktan haz duyar ben de kötülük yapmaktan, üstelik kötülük bireye özgüdür der, devlet, yargıçlar ... kötülüğe bu yüzden izin vermezler diye seslenir biz okurlara.
Doğrusu bugün birey ve onun içten gelen istekleri bir tabu haline gelmiştir. Alex, içten gelen şeylerin doğru olması gerektiğine inanır ve her türlü kötülüğü yapar. Bir çete lideridir, tecavüzden tutun, cinayete kadar tüm kötülüklere birer birer imza atar. Gerçekten de tüm bunları yaparken haz alan bir insana ne denilebilir? İçinde yaşadığımız yüzyıl, bireyin kutsal hale getirildiği, kötülüğün kaynağının ise tamamen topluma, devlete veyahut birey olmayan her türlü kuruma atfedildiği bir dönemdir. Kayıtsız şartsız bir şekilde tüm yetkileri kendinde toplamış bu birey kültü, inanç haline gelmiş ve sorgulanamaz bir konumdadır. Neyse ki Borges kahramanını bir suçtan içeri attırır ve asıl tartışma konusu burada başlar. Alex hapishanede hükümetin yeni tedavi yöntemi olan Ludovico tekniği ile ıslah edilir. Hapishanedeki rahibin bu yeni tekniğe karşı söylediği "iyilik içten gelir, seçme iradesi yoksa insan iyilik yapmış sayılamaz" diye toparladığımız cümlesi esasen romanın tartıştığı en mühim meseledir. İrade sahibi olmadan iyilik yapılamaz ana fikrini bu yazıda tartışacağız.
Alex çeşitli vahşet görüntüleri ve ilaç "tedavisi" ile artık kötülük yapamaz hale getirilir. O artık hükümetin kurguladığı yeni bir modeldir. İstese de kötülük yapamaz. Alex kötülük yapamasa da içten içe kötülüğü istemektedir fakat yalnızca eyleyememektedir. Nihayetinde Alex, tedavi edilip dışarı çıkar ve topluma karışmaya alışır fakat toplum tarafından da itilip kakılır, intihar girişiminde bulunur, ölmez. Bir süre sonra -romanın da en çok tartışılan tarafı- bir arkadaşının evleneceğini öğrenir ve tüm bu kötü hayatından hiç de gerçekçi olmayacak şekilde vazgeçer, belki de sıkılmıştır...Ee, Ne olacak şimdi ha?
Romanı okuduktan sonra düşünmeye başladım. Kötülüğü bile isteye seçen ve uygulayan birine ne söylenebilir? Doğrusu ben bireyselliğin özgürlükle eş anlamlı olarak kullanılmasını kabul etmiyorum. Bir insan, neden bireyselliğini yaşarken kötü olmak zorunda kalsın? Cevabı romana göre basit; toplumlar ve devletler kötüdür. Öyle olsa bile bu bireyselliği neden kötülüğe mahkum etsin? Tekrar hatırlatalım Alex'in dediklerini: üstelik kötülük bireye özgüdür. Batı düşüncesinde birey-toplum zıtlığı sürekli işlenen bir mevzusudur. Cemiyet sürekli bir şekilde kötüdür, birey ise toplumun bu baskısı altında ezilmiş, varolamaya çalışmaktadır. Bu olgu, bizim iyilik ve kötülük meselesini dosdoğru görmemizi engeller. Çünkü batıda bilhassa Alman toplumunun ikinci dünya savaşı sırasında yaptıkları bir tür suçluluk psikolojisine dönüşmüştür. Tabiri caizse gelen geçen topluma vurmanın dayanılmaz hafifliğiyle vurmuş da vurmuş. Elbette toplum kayıtsız şartsız kutsal değil fakat bireyselliği özgürlüğün yegane teminatı olarak görmek korkunç bir yanılgı olarak bugün karşımıza çıkmaktadır.
Ee, Ne olacak şimdi ha? Romanda, hapishane rahibine göre iyilik içten gelmelidir. Ne demektir bu? Bir davranış içten gelmezse o davranış iyi kabul edilemez. İyi de bir kavramı iç denilen bir şeye dayandırmak onu açıklamaz ki. Bir kavramın nedenini göstermek o kavramın neliğini de göstermek anlamına gelmez. İçten derken ne kastedilir? Ya da insanın tüm eylemlerini iç denilen şeye bağlamak onu dışarıya karşı fazlaca korunaklı ve dışarıdan azade, kendine referans dışında hiçbir gerçekliği de kabul etmemek anlamına gelmez mi? Bu söylem rasgele değildir, tüm eylemler insanın sorumluluğuna teslim edilirse insan suçlanmaktan ve yargılanmaktan da kaçamaz. Fakat insanı yargılayacak olan kimdir? İnsan değil midir? Bir şeyi içten gelerek yapmamak o şeyi iyi yapamaz mı? Eğer insan niyetlendiği her düşünceyi yapabiliyor olsaydı dünya can sıkıcı bir yer olmaz mıydı? Dünya planların boşa çıktığı bir yer olduğu için bu kadar güzel, bu kadar dehşet verici ve gizemli. Nihayetinde rahibin kastettiği şey seçme özgürlüğüdür. İyiliği seçmeye niyet etmek. Bir şeyi seçiyor olmamız sonuçlarını da tayin ettiğimiz anlamına gelmez. Zaten Rahip için mühim olan seçimlerimizin dünyadaki sonuçları değildir o dünya ile ilgili değildir. Dünyadaki kötülük hükümetin çözeceği bir meseledir. Rahip iyi bir insan olmaktan bahsederken hükümet sorunsuz bir vatandaşı kurgular. Nihayetinde dünyada iyiliği ve kötülüğü konuşuyorsak şuna kesin cevap veriyor olmamız lazım. İrade sahibi olmamız iyi olmamızı garanti eder mi? Hayır. Hafızasını yitirmiş bir insan, bunamış bir yaşlı ya da buluğa ermemiş bir çocuk iyilik yapamaz mı? Eğer iyilik kavramını tartışırsak arkasından aklın kutsallaştırılması çıkacaktır. Aklı olmayanın ne iyiliği ne kötülüğü kabul edilmez. Bana kalırsa İrade ve akıl sahibi olmak ne iyiliği garantiler ne kötülüğü. Demek ki bir davranışa iyi dememiz için akla ihtiyaç yoktur. Hatta şöyle bile diyebiliriz herkes iyilik yapmak istese bile dünya iyi bir yer olamaz. Dünya hesapların tutmadığı bir yer olduğunda anlamlıdır. Kötülüğe gelince o daima planlanarak yapılır. İnsan aklını kaybetse bile iyilik yapabilir. İnsan kötülüğe niyetlense bile iyilik yapabilir. İyilik yapmaya niyetlenilmez, iyilik sadece yapılıverilir. İnsan irade gösterirken bir seçim yapar. Ancak seçim yalnızca bir umuttur sonuçları garantilemez. Bazen iyilik yapmayı istemek kötülüğe sebep olurken bazen kötülük yapmak isterken iyilik yapmış olabiliriz. Bir şeylere niyetlenmek yapılan şeyi doğrudan etkilemez. İyi davranışların kaynağı akıl ve irade sahibi olmaktır demek ile iyilik yapma potansiyeli ancak akılla sağlanır demek farklı şeylerdir. Nihayet, pratikte biz potansiyelle değil gerçek olan biten şeylerle karşılaşırız. İyilik kendisini kötü olanı engellemek olarak gösterirken, kötülük iyilik maskesiyle, güç sağlamak veya özgürlük adına ortaya çıkar. Velhasılı dünya iyilik yapmak istediğimizde iyi, kötülük yapmak istediğimizde kötü olsaydı anlamsız ve sıkıcı bir yer olurdu. Roman şunu varsayar, dilersek olur. Ben de diyorum ki dilemek olması için geçerli tek neden değildir.
Bir diğer husus, özgürlüğün istenilen her şeyi yapmak olarak algılanılmasıdır. Eğer istediğimiz her şeyi yapmak özgürlük olsaydı hayvanlar bu durumda insanlardan daha özgür olurdu. Alex kötülüğü haz duyduğu için yapar. Peki insan için haz nihai hedef midir? Ayrıca haz bir davranışı ne iyi ne kötü yapar. İyiliğin veya kötülüğün kaynağı haz olamaz. Haz bir eylemle gelen davranışa eşlik eden bir olgudur, davranışın nihai amacı değildir. İnsanlar haz için eylemde bulunmazlar eylemde bulurken haz almış olmaları haz için eyledikleri anlamına gelmez. Biz bir şeyi iyi olduğu için arzu etmeyiz arzu ettiğimiz için o şey iyidir. Bir diğer önemli husus Alex'in alay ederken sorduğu sorunun esasen doğru olmamasıdır. Hatırlatayım; iyiliğin sebebini aradıkları yok, öyleyse tersini niye merak ediyorlar ki ? Aslında bakılırsa kötülüğün sebebi değil esasen iyiliğin ne olduğu meselesi felsefenin tarihinin en temel meselelerinden biridir.
Papaz iyiliğin kaynağını tanrıya bağlar peki tanrı iyilik yaptığı için mi iyilik olur yoksa tanrı da iyi olmak zorunda mıdır? Bu soruların cevapları romanda zaten yoktu ama zaten iyilik bir sebebe dayanırsa iyilik olabilir mi ? Bir başka mesele de her şeyi bir kenara bırakıp şunu sormalıyız seçimlerimiz özgür olduğumuzu veya davranışlarımızdan da mutlak sorumlu ve davranışlarımızın da hakimi olduğumuz anlamına gelir mi? Bireyin sırtına bu kadar soru bırakıldığında görülüyor ki bu yükü hiçbir birey kaldıramaz.
Roman edebi olarak bir tür İngilizce-Rusça kırması dili barındırsa da kitabı Türkçe okuyanlar için bir anlam ifade etmiyor. Zira ne edebi tarafı ne klasik kurgu açıdan pek sevdiğim bir roman olamadı. Bir karakter düşünün adını uzun bir süre bilmiyorsunuz. Öte yandan romanda işlenen tüm suçlar gece gerçekleşirken Alex hapishaneden çıktıktan sonra hep gündüzleri dışardadır. Alex'in başına gelen tüm hakaret ve dayaklar gündüz başına gelir. Düştüğü ilk hapishane Klasik Disiplin Toplumunu tasvir eder. tekdüzedir, Alex bir numaraya sahiptir, her türlü hakaret ve aşağılamaya maruz kalır, herkes kötüdür, koridorlar karanlıktır. Stanley Kubrick'in uyarlama filminde de bu ortam belki romandan daha iyi gösterilmiştir. Kubrick'in filminde evler moderndir. Fakat Ludovico Tekniğinin uygulandığı yer daha ferah ve beyazdır. Alex adeta bir mağaran çıkmış gibi kendisine seyrettirilen şeylerle "iyi bir insan haline" sokulur. Alex'in yaşadığı toplumda kimse iyi değildir ne devlet ne insanlar. Mesela Alex iki defa yalandan da olsa insanların kapısı çalıp yardım ister ve ikisinde de insanlar yardım etmeye pek istekli değildir. Herkes yalnız yaşar. Alex'in ailesi de tipik bir işçi ailesidir çocuklarına karşı hiçbir şey yapamazlar. Alex tıpkı bir hayvan gibi sadece kendi çetesinden başka sosyalleşmiş de değildir. Yani Alex'in çeteden başka bir arkadaş grubu veya çevresi yoktur. Bir hayvan gibi dememizin sebebi şudur ; yalnızca insan çoklu sosyal ağlara sahiptir diğer hayvanlar yalnızca kendi grubunda sosyalken insan çok fazla sosyal ağlara sahiptir. İnsan bir dini cemaate üye olduğu gibi bir futbola takımının taraftarı, bir müzisyen grubunun hayranı, bir siyasi partinin üyesi olarabilir.
Romanda herhangi bir özgeci anlayış da görülmez. Herkes bencil ve güç peşindedir. Çünkü insan yalnızca gücün peşinde koşar. Batı düşüncesinin insan doğasıyla ilgili temel varsayımı budur. İnsan özünde kötü kabul edilir. Romanın önemli temalarından biri de hiç şüphesi müziktir. Alex tedaviden önce bir Beethoven hayranıdır hatta suç işlerken tüm kötülükleri planlarken veya düşünürken Beethoven'in müzikleri çalar. Tedaviden sonra ise plakçıya gider ve Mozart'ı ister. Mozart, müzik tarihinde Beethoven'e göre daha apolitik bir müzisyendir. 9.senfoninin özgürlüğü yerini Mozart'ın 40. senfonisinin melankolisine bırakır. Bir diğer önemli husus Alex'in tedavi yönteminde Alex'e yalnızca kötü davranışlar izletilir, yani Alex'in neyi yapmayacağını bilen ama neyi yapması gerektiğini bilmeyen birine dönüşür. Fakat buradan iktidarın 1984 gibi baskıcı bir iktidar olduğu anlamı çıkmasın. İktidar bu romanda muktedir olmadığı gibi beceriksiz bir yönetim sergiler. İnsanları baskı altına alma yöntemleri vardır ama muktedir değildir. Kimsenin ruhuna sızamamıştır. Herkes öfkelidir, esasen devletin gücü ve kötülüğünden ziyade güçsüzlüğü ortadadır. Yani dolayıyla bu roman bugüne hiçbir şey söyleyecek kapasitede değildir. Kötülük bir merkezde toplanıp katı kötülük bile uygulayamaz, Oysa bugün Bauman'ın tabiri ile akışkan bir haldedir.