Herkes bir şeyleri yarım bırakmanın peşine takılmış, evlerindeki kedileri gözlerine kestirmiş durumda. Ne zaman ki yakalanır kuyrukları iflah olmaz dillerine, o zaman düşecekler diğerlerinin diline. Herkes yarım, bir şeylerden manidar. Boş vermişliğe teslim olan çağım odasına çekilmiş, darmadağın yatağın ortasında tek düzgün şeymiş gibi oturuyor. Sanki kimse farkında değilmiş gibi tavırlar benimsemiş, yaptığı şeylerin bedellerini umursamadan gözlerini gökyüzüne kaldırıp hâlâ hayal etme cesaretini kendinde bulabilecek kadar da bir miktar gurur yoksunu.


Efendimin kaçıncı kişiliğiyim bilmiyorum, belki bir rüyasından düştüm gözlerinin ardına ya da ötelenmiş hayali kitaplarından birindeki ne olduğu belirsiz solmuş çiçek... Efendim de durur mu, bir gözyaşına konuk etti beni hemen. Nereden geldiği bilinmeyenlerin de nereye gittiği bellidir Seydi. Yalnız kalmayı seçenlerin de kulübelerinde üstünü örten birileri vardır.


Nasıl başlamalıyım bu düzenbazlığa? Sığar mı iki nefes arasına yok oluşlardan artakalan yaşama arzusu? Değer mi dönüp o terk edilişlere, eski yaraların üstünde dolanıp kandan haritalar çıkartmaya? Söylesene Seydi neden dönmemeli Efendimiz oraya. Uyandırsana onu Seydi. Desene ona: “Efendim, bakın dışarıda kar yağmakta fakat paltonuzu almamazlık yapmayın rica ediyorum.” Uzaklardan gelen mektupları okurmuş gibi kibarlık yapıp anlatsana ona ölümü kendi dilinde. Sana dayanamaz bilirsin Seydi.


Seydi: “Bugün nasılsınız Efendim? Gördüğüm kadarıyla hiç tavsiyelerime uymamışsınız. Oysa bilirsiniz kalbim ne denli endişe duyar sizi burada hasta yatağında görünce. Hiç yakışıyor mu size bu soluk ten. Biraz yaklaşsam yanınıza rahatsız olur musunuz Efendim? Ellerinizi marifetten uzak ellerimle sarmalayıp içinde yandığım ateşte ısıtsam? Söz veriyorum kalbimin yangınını size sıçratmayacağım. Efendim, ben de giyebilecek miyim o puantiyeli eteklerden? İzninizle ellerinizi olmasına alıştığım yerde ağırlamak istiyorum. Saçlarımın arasında dolanan, beni uyandırmadan benden ustalıkla çaldığınız acılarımı bana iade ediş şekliniz mi bu? Elleriniz ayrılmasa saçlarımdan, okşamanız hiç durmasa, yine kimseye sığınamadığınızı bir tek benim anladığım gözlerinizi gözyaşlarımın yolunu izlerken yakalasam? Efendim, bana neden puantiyeli etekleri giyemeyeceğimi söylemediniz? Neden sizi suçlamam için bana deliller sundunuz, neden ellerinizdeki yaralar daha kabuk bağlamadan benden uzakta olmayı seçip bana terk edilmeyi öğrettiniz? Ellerim yanaklarınızı okşayabilir mi Efendim? İtiraz ettiğinizi hiç duymadım ellerimden size akan sıcaklığa. Ne kadar da soğumuş düşünceleriniz, size hiç yakışmıyor. Efendim, aklınız neredeydi ellerimi tutup yüzümü sözlerinizle güldürürken? Kızmayın bana Efendim sizi suçlamaya izin vermiyor kalbime koyduğunuz gardiyanlar. Özür dilemeliyim sizden, ne kadar öğretmeye çalışsanız da bir türlü aklımda tutamadım veda cümlelerini. Çok mu ötüştü bu sefer gözlerimde hapis kalan kuşlar. Anlayın işte Efendim, bana yokluğu kendiniz dışında her şeyde öğrettiniz. İtirazım var benim bu kaybedişe. İstemiyorum, bırakmayın ellerimi. Sizden başka konacak dalı yok ki gözlerimin. Boş kafeslerden oluşan gözlerime kuşlarınızı emanet edip tası tarağı toplayıp ardına bakmadan çekip gitmek… Rica edemem artık, uyan gözünü sevdiğim. Beni yaralardan yapılma ana yolda ıslak düşlerimle zorlanarak da olsa tek başıma ayaklanabilmem için mi sürükledin bu diyara? Özür dilerim Efendim, izninizle soğukluğunuzu ödünç alıp kaldığım tek dersten geçmeye çalışacağım. Sevgilerimi saygılarımla kadeh kaldırmaya götürüyorum. Ardımızda hoş kalın.


01.02.2020