Hayatımızı bölümlere ayırmak istersek ilk ölçütümüz okul yıllarımızdır. Çoğu genç kabataslak hayatını ilk ve ortaokul-lise-üniversite diye ayırır günümüzde. Ne kadar güzel değil mi? Türk gencinin gözü eğitimden, öğretimden bilhassa okuldan başka bir şey görmüyor. Dur bi dakika! Bu öğrenciler eğitim aşkı ile yanıp tutuştuğu için mi böyle yoksa devlet gençlerimize at gözlüğü takıp onları okula, sadece okula gönderdiği için mi böyle? Sahici konuşalım kaç tane öğrencinin ağzından okulu sevdiğini duydunuz veya siz hiç bunu söylediniz mi? Hatta burada bir parantez açalım okulu mu sevmek gerekir yoksa öğrenmeyi, bilgiyi mi?
Her yazımı kendi hayatımdaki sıkıntılardan yola çıkarak yazmayı tercih ediyorum genelde. Bu yazıda ele alacağım sıkıntım da öğretmenimin bana “Kitap okumak yerine paragraf çöz.” demesi oldu. Siz de bunu daha önce duymuş olabilirsiniz. Genelde her öğretmen aşağı yukarı aynı profilde oluyor malum. Tıpkı insanların, toplumun en küçük kurumu olan ailelerini sevmemeleri ve aslında ailenin, devlet ve ülkede yönetim sisteminin birer mikro kopyası olması gibi. Öğretmenlerimiz de, eğitim sistemimizin birer kopyası. Sonuçta her kopya aslını taklit etmek zorunda. Tabiki sınırı dışına çıkan, kopyalamak yerine kendini var etmeye çalışan eğitimciler de var, onlara teşekkür ederim.
Sorsanız, eğitim sistemi bize kitap okumayın mı diyor diye, elbette hayır derim. Ama bu sistem öğrenciyi basmakalıp paragraf sorularını, sizi engin denizlerde yolculuğa çıkaracak olan kitaplardan daha önemli olduğunu öğretmek için çırpınıyor gibi. Hepimizin lisede ‘kıytırıktan’, haftada bir saatçik “kitap okuma saati” dedikleri dersleri olmuştur. Kaçımız okuduk? Kaçımız önem verdi? Zaten kitap okumayı bir saate sokmak da çok yanlış sanki başka zaman kitap okumaz der gibi değil mi?
Bu olay sadece kitap okumada da değil bütün derslerde böyle. Olay da şu, sınav sisteminin bilgiyi belirli kalıplara sokmak istemesi ve sonuç olarak kalıp dışında kalanların değersizleştirilmesi. Bilgiler kurabiye hamuru ise, müfredat da kurabiye kalıbı gibi ancak dışta kalanları direkt çöpe atıyor.
O kadar aciz bırakıldık ki paragraf sorularını çözebiliyoruz ama oturup bir paragraflık yazı yazamıyoruz. Hani öğrenmiştik? Alfabeyi,hecelemeyi, cümleyi, bir sürü dil bilgisi kuralını... Hani nerde? Paragraf yazmak için bir sürü bilgi öğrenip kıytırıktan yazı yarışmaları harici yazı yazmayı öğrencilere teşvik eden ne var?
İşte buradaki sıkıntı bilgiyi dönüştürememek. Kalemi eline alıp bir şeyler yazamadıktan sonra ne gereği var bir sürü kuralı öğrenmeye. Aa ama olur mu sınavda çıkacak karşına. “Al bu bilgileri kağıttakilerle uyuşuyor mu, uyuşmuyor mu bak”tan öteye geçemedi sınav sistemimiz. Al bu bilgiyi bununla bir proje geliştir, denilmedi. Biliyorum, sizin de proje ödevleriniz vardı ya da yapılan yarışmaları duymuşsunuzdur. Ama emin olun çoğunu “yapmış” olmak için yapılıyor yani formalite icabı. Kaçınız bir projeye katıldı? Ben katıldım. İçinde zerre fikrim ve emeğimin olmadığı, her şeyini öğretmenimin ayarladığı, sadece öğrenci sayısı dolsun diye alındığım bir projem oldu. Ortaokulda da şiiri öğretmen yazar, bir öğrenci adına gönderirdi. Bazen de yarışmalar son bir hafta- bir gün kala öğrenciye haber verilir, hevesi olanların da hevesi kırılırdı.
Öğrencilere daima “Sınava çalışın” denildi. Ancak sınavın bilgiyi değersizleştirdiğini kimse fark etmedi. Fark edenler varsa da değişim için adım atmamış olmalı ki hala bu haldeyiz.
blogsayfam
2023-12-09T18:58:13+03:00Tamamen katılıyorum. Çok ince noktalara değinmişsiniz.