Eğitimci/şair Rıdvan Dansuk ile Pikaresk yayınevinden çıkan ilk şiir kitabı “Kibritcebimde İstanbul” adlı eseri üzerine söyleşi gerçekleştirdik.


KADİR BEYTER: Gaston Bachelard "Mekânın Poetikası"ında "Her kuytu hayal gücü için bir yalnızlıktır." der. Kitabınızın adı "Kibritcebimde İstanbul". Bu bağlamda şiirinizi besleyen ana kaynaklar dar ve kuytu köşelerdir diyebilir miyiz?


RIDVAN DANSUK: Şairin bir insan olarak yaşadığı, yediği, içtiği, oturup kalktığı bir mekânı vardır, bir de şair olarak yaşadığı bir mekân vardır. Bazen bu ikisinin kesiştiği mekânlar olabilir ancak şairin şiirini belirleyen ikincisidir. Bununla şunu demek istiyorum. Bu mekânlar fiziksel olarak ıssız bir köşe, bir kuytu ya da kalabalık bir ortam olabilir. Ancak şairin o mekânları nasıl algıladığına, nasıl gördüğüne ilişkin olarak o mekân fiziksel bir mekân olmaktan çıkıp şairin mekânı olur ve şiirini doğurur. Aslında bu bir çeşit iç mekândır, şairin iç mekânı. Şair üretimini bu iç mekânda yapar. Örneğin Ankara'da İstanbul'un şiirini yazar, düğünde ağıtın ya da acının. Kuytuyla kastedilen sessizlik, sakinlikse yani bir tür kaçışsa dış dünyadan, doğrudur şair kuytuda yazar şiirlerini ve hayal gücü en çok o mekânlarda çalışır; fiziksel mekânı dönüştürdüğü iç mekânda, yani kuytuda. Bu açıdan şairin kendini en çok yalnız hissettiği, şiirleriyle var olmaya çalıştığı o kuytulardır. Şiirimi besleyen en önemli unsur da işte o fiziksel mekândaki kuytumda kalanlar, görüp anlatamadıklarım, hissedip bir başkasına geçiremediklerimdir.


KADİR BEYTER: Şiirlerin genelinde zaman ve mekân unsurlarının düzensizliği ve karışık bir olay örgüsü göze çarpıyor. Bu bağlamda sürreal ögelerin hem üslubu hem de temayı şekillendirdiğini söyleyebilir miyiz?


RIDVAN DANSUK: Yeni tanıştığım bir şiir sever arkadaş, şiirlerimi okuduğunda, açık açık madde kullanıp kullanmadığımı sormuştu. Bu şiirler ayık kafayla yazılmaz diye de gerekçesini sorusunun altına yapıştırmıştı. Bu anlamda gerçek/sosyal yaşamda olduğumun tersine içimdeki dünyada/mekânda bütün anıların iplerini çözüyorum. Bu saptamanız da çok yerinde. Sürrealizmin üzerime/şiirime en çok yakışan giysi olduğunu düşünmekteyim.


KADİR BEYTER: "Labirent çizmek, kendini çizmek, resim çizmek" gibi söz öbekleri eserin geneline yayılmış durumda, labirent sizde neyi simgeliyor?


RIDVAN DANSUK: Labirent kaçıştır bende. İnsanın kendinden kaçışı. Hani apaçık olarak ortada olan, kaçınılmaz olan vardır. Ama siz hoşlanmazsınız ondan, hatta daha ağırı olmamasını istersiniz. Tüm çabanıza rağmen de bilirsiniz engellemeyeceksinizdir olacak olanı. İşte o zaman yapacak tek şey kalmıştır size: Bulanıklaştırırsınız ortamı. Ve o şey yokmuş gibi olur en azından bir süreliğine. Ancak resim çizmek, kendini çizmek söz öbeklerinin simgelediği bunun tam karşıtı bir tutumdur: İnsanın kendinde olanı kabul etmesi, direnmesi, silkinip ayağa kalkması ve belki kendini onarması hatta yeniden yaratması demektir.


KADİR BEYTER: Her Yanım İstanbul adlı şiirinizde, "Yine de aseton gibi geçiyor zaman" diyorsunuz. Zaman ve aseton arasında nasıl bir analoji kurdunuz?


RIDVAN DANSUK: Asetonu teninize dokundurduğunuzda çok kısa bir an ıslaklık, serinlik hissedersiniz. Ve o serinlik hissetmenizle birlikte kaybolur. Ne nemi kalmıştır teninizde ne de başka bir belirti. İşte zaman da böyle. Bir dakika önce yaşadığınız bir anla yirmi yıl önce yaşadığınız an aynı konumda. İkisi de sadece belleğinizde var artık. Üstelik daha eski olan bir dakika önce yaşanandan daha canlı, daha yeni de gelebilir size. Oysa onlardan hiçbir somut varlık kalmamıştır geriye.


KADİR BEYTER: Şiir çizginizi nasıl tarif edersiniz? Belki buna bağlanabilecek bir soru: Şiir sizin için ne ifade ediyor?


RIDVAN DANSUK: İlk soruya vereceğim yanıt ne denli objektif olabilir bilmiyorum. Okur ne bulur, nasıl değerlendirir şiirimi tahmin edemiyorum ancak ben şiirimin öykü diliyle kardeş olduğunu düşünüyorum. Çok ince bir çizgi var aralarında. O ince çizgiyi çiğnememek için çok çaba sarf ediyorum. Bana öyle geliyor ki dizelerim öykülerini sessizce söylüyor ya da çağrıştırıyor. İkinci soruya gelince, bu soruyu sık sorarım kendime. Her seferinde de aynı yanıt çıkar karşıma: Yazmasaydım, ben başka bir şey olurdum ki düşündüğümde o şey çekilir gibi gelmiyor bana. Tam burada da yazma serüveninde şiir, benim dilim. Dilsiz yapamazdım. Ya da ben ben olmazdım. Peki başka bir yol olamaz mıydı öykü örneğin? Bu soruya vereceğim yanıt, el yordamıyla bulduğum çıkış bu oldu diyebilirim.


KADİR BEYTER: Sizce vasatı baskın kılan nedir? Vasat metinlerin okuyucu ile kurduğu bağı nasıl yorumluyorsunuz?


RIDVAN DANSUK: İnsan organizması tembellik üzerine kurulmuştur. Yani organizma bir işi en kolayından, en az enerji harcayarak yapmak ister. Zihinsel alanda da durum bu sanırım. Vasat kolayı ifade eder hem ortalama okur hem de ortalama yazar için. Vasat zorlamaz yazar gibi okuru da. Vasat bilindik ülkedir. Okuyanı da pay çıkarır kendine: Ne var yani otursam ben de yazardım bunu der iyi hissettirir okuru kendine. Yazar kendini biliyorsa bilir ne yaptığını.