yazar notu: bu hesapta paylaştığım bütün yazılar aynı kurgusal evrenin asla birleştirilememiş anlarıdır, kim bilir belki bir gün kendime ait bir odada birleşecekleri tutar.


Memleketimin bembeyaz göğsünün üstüne zümrütten bir gerdanlık misali serilmiş istasyonun önünde ağzımdan çıkan dumanlar 91 tevellütlü muharebemin yeni cephesinde Franz Ferdinandlar katlediyordu. 9 asırlık bir taziye evinin namütenahi sahibinin aksine fani ömrüm beni erkenci kılıyor. Bugün vicdani bir duruşmanın hakimi olmam yalnızca bir yanılsama, ölüm fermanıma atılmış imzayı oyalıyorum. Baktığım yer, gök bembeyaz... Bir bu zümrüt gerdanlık var, bir de çıkarttığım yangının kapkara külleri. Küllerden kaçtım, istasyon bir atlama rampası, düşeceğim yerde görünen görünmeyen binbir ölüm tehlikesi...

Ben, yahut onlar için.


Aylar sonra Klimovsk kırsalında bir çift mavi yelekliden birinin namlusundan çıkan kurşunun bıraktığı duman rivayete göre hala tüterken, merhametli tahribat ardında yaşamayı her zamankinden daha fazla umursayacak olan bir beden bırakıyordu. Evveliyatlı mesnedini reddettiği varlığın ruhiyat sahnesine uzanan yolda aniden cereyan ettiği anda bu hususun sükunetli bir tarafı kalmadığını fark etmişti. Konstantin'in üçüncü Romasında bir mayın tarlası misali uzanan Krasnov hanesine girdiği anda yaşayacağını düşündüğü infilakın yerine suretini tamamlayan dudaklarında bulduğu sıcaklıktan bu yana birkaç haftadan fazla değildi geçen.

Zümrüdüanka'nın bir dehr vaktidir cihanın buz tutmuş taraflarında yangınlar doğuran kanatlarının hududunda geçen günlerin tezahürü henüz baş gösteriyordu ruhunda. Kaç zaman olmuştu ki aynı cihan, onun için sığılamayacak bir tabutluk gibi küçük değil onu bir İskender kılabilecek kadar devasa görünürken? Miskinatları kırbaçlayan azametiyle mevcut dünya, bugün Leonid'in katlinin vacip kılındığı bu muzaffer şehirde, ne çabuk sığabilmişti sarışın bir çehreyi tamamlayan bir çift yeşil gözün etrafına?


Şahsına münhasır ömrünün hudutlarında Katyusha çaldıran suretin önünde takınacağı ifade maske değil hayattan çekilen yakıcı ilk nefes kadar gerçek olacaktı. Rabin'in Novgorod'da attığı tohumdan filizlenen çınarın en tepesinden Moskova'ya bakarken gözünü alan afitaptı Nadejda. Ölümsüz vesayetin nasihat ettiği durgun ahvalin son demiydi. Hastane koridorlarını aşmaya hazırlanan adımlarını acelecilikten uzak tutan yazılı olmayan kurallardan biriydi; infilak eden kurşunun akabinde ilk ziyaret eden olmamak. Buz tutmuş toprakların kendinden de soğuk bir mezar taşının karşısında değil de burada olmasını sağlayan merhameti işaret parmağının arasında hissedene kadar Aristarkh olmuştu. Yarygin'in ağzındaki dokuz milimetrenin dokuzunun da yönünü değiştirirken tüm cihanı dolanıp başladığı yere dönercesine Leonid'di.


Aynı Leonid... Adaşı Andreyev'den devraldığı dışavurumculuğun sancağını manevi aleminde olağan gücüyle dalgalandırarak; giderek uzamış sakallarının üstündeki gür bıyıkları, hiç uğraşmadığı dağınık saçlarıyla olağan bir şüpheli gibi girmişti hastanenin bahçesinden içeri. Merhume annesinin tahayyül sınırlarında karşılaştığı hiçbir imgeye yakıştıramadığı küçük Lyonya’sının birbirini kovalayan fasılaların akabinde geldiği noktayı yaşıyordu. Mevzubahis tohumu alıp bir çınar haline getiren, köklerin, gövdenin ve dalların sonsuzlukla sınanan hakiminin çizdiği sınırların arasında istediği oyunu oynamaya çalışarak bu noktayı pür bir alternatifsizlikten kurtarmaya çalışıyordu. Kurulması an meselesi cümleler zihninin dehlizlerinde gürültüler yaratarak diline doğru yumuşak inişler yapmak üzere bir zafer gününün yere düşmüş sancakları gibi serilmeye hazırdı Nadejda’nın önüne. Zihnindeki galatımeşhurun infilak ettiği gece kahraman şehrin üstünde dolaşan beşinci kategoriden bir fırtınaydı. Nitekim, dudaklarını mühürleyişinin akabinde oluşan haftalarca süren sessizlik yakışırdı; Dimitri'yi Klimovsk kırsalından bir hastane odasına savuran fırtınanın evveline. Buz tutmuş topraklar üzerinde yüzyıllardır süregelen beşeri ittifakın ortasına çar bombası misali düştüğünden beridir sırtında hissediyordu hedef tahtasını. Tüm kırmızı ışıklar onu işaret ediyorken neye güveniyordu? Yahut kanatları altında doğup büyüdüğü zümrüdüanka'dan yediği tokadın acısı hala yüzündeyken, kim kurtaracaktı onu Azrail ile baş başa kalmaktan? Ömrün nihayetindeki pirüpak çemberden, sancağını huzur içinde bir "Leonidovich"e bırakmaya hazır yaşlı bir hizmetkar olmak yerine erken bir buluşmaya hazır kılındığı o azrail ile...


Birkaç adım daha...


Sahip olduğu tüm ahseniyetin yeşimden madalyonlarını takındığı, buğday başakları misali saçlarının etrafına eşitliği öğütlercesine döküldüğü çehresiyle yegane bir yöne dönmüş olan Nadejda, ölüm meleğiyle yapacağından da erken bir buluşmanın vaktinin geldiğini beyan ediyordu ona. İrislerinin üzerine çöken buğuyla yüzleşmek varlığının üzerindeki soğukkanlılığı bedeninden ipek bir kumaş misali tek hamlede düşürüyor, onu muğlak halinden kurtarıp çırılçıplak bırakıyordu. Farkında olmaksızın Leonid'i asla girmek istemediği hastane koridorlarından uzak tutarak dahi başarıyordu sinir uçlarına en yumuşak dokunuşları yapmayı. Dudaklarında kuruyan o sıcacık, soyut mührün; sükunetin can sıkıcı perdesinin ortadan kalmasını gerektiren yüzleşmenin hiçbir şey olmaksızın böyle devam etmesine razı olan gönlünü soğuk ve derin bir nefesle bastırdı. "Nereden, nasıl duyduğumu lütfen sorma Nadejda. Senin adına çok üzgünüm." Onun gözlerinden başka hiçbir yere bakmazken sadece onun adına üzgün olabilir, onun adına yaşayabilirdi cümle hissiyatı yüreğinin en derininde. Bir oyun diye çıktığı ruhiyat sahnesi hayattan da gerçek olurken baktığı yerden başkasına dönmesinin var mıydı mümkünatı?

 

"Yaşayacak mı?"


Yanıtından bihabermişçesine sorduğu sual ağzından çıkan dumanlara karışarak yükselirken semaya, bunu yaparken hiç zorlanmamıştı Leonid. Zira bakışları, kendini en bilmediği yerdeydi o an zaten. Yaşamayacak dese itiraz edebilir miydi? Yahut aklın en almadığı cümleyi kursa bir anda tüm fasihliğinden kurtulup...