Ekmeği koynumun altına almış evin yolunu tutturmuştum. Semtin en kirlenmiş kaldırımlarını bizim mahalleye sermişlerdi. Üzerine atılmış izmaritleri seyrederek gidiyordum. Ayakkabımın bilhassa topuğumun... Dediği gibi varmış adamın, yerlere dokunan topuklarım, kimsenin geçmediği sokağı kalabalık bir caddeye bürüyordu. Kimse ekmek almaya gelmemiş bu akşam. Fırın siftahı şimdi mi yapmıştı yoksa? Belki bakkal daha yakındır diye gelmiyorlardı. Onlara söylemek istedim bakkalın ekmeği fırından aldığını sonra kendinin biraz pahalıya sattığını, böylesi hoşlarına gidiyormuş biraz daha çok para -her iki ekmek parasına fırında 3 ekmek ediyordu- ödemek. Sen fırından al dediler, çıktım evden -yemek henüz hâl değildi-, sırf onlara fırına gittiğimi göstermek için. Kimse kalmamış sokakta!..


-Ekmeği unuttun, dedi bir ses. Arkama döndüm kimseyi görmedim. Arkama bir daha bakmadım, yolu bitireyim diye biraz hızlı yürümeye başladım; aynı ses bir kez daha birkaç adım atmadan:


- Ekmeği unuttun, dedi. Sesi fırıncaya benziyordu, hayır bakkalınkine.


Başımı arkaya uzattım kimseyi göremedim. Koynuma baktım gazeteyi tutuyorum, içi boş, ekmek yok yerinde. Yemişimdir diye düşündüm, eskinden öyle oluyordu. Ekmeği götürürken, eve varmadan biraz koparıyordun sonra... Boyun büyüyünce ekmekten aldığın pay da artıyordu sanırım. Gazete kağıdı ekmeğin kalıbını almış, fırından beri neyi taşıyordum? Fırın artık ekmek yapmaktan vaz mı geçmişti? Demek sadece gazete satıyordu, bir ekmek parasına bir gazete sonra bakkala git içine bir tane ekmek koy, geçip parasını ödedim de. İtiraz etsin, içeriye gazeteyle girdiğini söyle, ispat et. O da sana ekmeğe de para ödemen gerektiğini söylesin ama fırıncı ile böyle anlaşmamıştık... İşte aynı sesin bir daha sesleneceğini emindim, bekledim beklemekle kaldı her şey. Bir daha duymadım, kaldırım dövmeye devam... Eve gelince durdum, kurulmuş hatta çayları da içilmiş sofranın yanına ekmeği bıraktım, gazete açıldı ve içinden ekmek çıktı.