Ben Mecnun değilim, zaten aşacak bir çöl de kalmadı bu diyarda. Ferhat değilim madenlere işçi olarak yazılayım. İsmimin bir önemi yok, bu yazıyı yazmamın da, nasılsa ölünün arkasından “seni seviyorum” demek gereksiz bir dile geliştir. Evrim teorisinin tıkandığı son nokta senin gözlerindir. Gözlerin için söylediklerim içimden geçenlerdi aslına bakılırsa, gerisi safi ziyan hatta yalan, inanma. Belki Mecnun olabilirim senin uğrunda.


Sıkıcı şeylerden bahsetmemem lazımmış, bir şairden öğrendim bunu. Yirmi birinde intihar eden adamın mektubunu çalıp sana postalıyorum, pulunu gönlümden kazıdım, mürekkebini ruhumdan akıtıp yazdım. Bir güvercinin ayağına bağladım umutlarımı, bir şişeye koyup balıklara dost yolladım, ulaşırsa eline bir dilek tut, ölülerin duası kabul oluyor mu görelim birlikte.


Bir mum alsam elime ışığı bile görünmez, saat gece bilmem kaç, hem gökdelenlerin çatı katlarında yıldızlar yaşıyormuş, birini devirip seni mi dilesem ölü yıldızların ışığında?


Bir mum alsam elime, ışığıyla sana doğru gelsem, ateşiyle kendimi yaksam sonra kanserden ölmüş olsam, otopsimde kapkara bir akciğer. Bak kendimi sansürledim, sen hiç sansürden ölen birisiyle tanışmış mıydın? Sen hiç senin için kendinden vazgeçen birini tanımış mıydın? Fasulye ağaçlarına tırmanıyorum; gökdelenler, isimleri batasıca beton yığınları, benim onlardan nefret ettiğim kadar benden nefret etmiş miydin?


Dikine kesikler atma isteği var içimde, bileklerim tam kesmelik, hayatım tam bitmelik. Kendimi kessem ölürüm, azıcık satanist olup kedimi kessem eksi bir. Kediyle çekildiğim fotoğraflarım daha fazla beğeni getirir ama kanlı bir kedi hiç sevimli değildir. Şimdi romantik bir şeyler söylemem gerekir ki zaten bu devirde kim ölse romantizmden dirilir, mum yakalım, gel sana yemek de yaparım.


Geçenlerde kaçtım insanlardan ve onlara sığındım yine. Cevap vermeyen sessiz dostlar edindim Karacaahmet’te. Birisi bir alıntı yaptı sonra ve içtik bolca. Biliyorsundur, aşk intiharın yanında yenilen mezelerin en lezzetlisidir.

Saçmalamayı ne zaman keseceğim bilemiyorum, sana bir itiraf daha: Küçükken misketlerimi çalan çocuğu sırf sen seviyorsun diye dövmemiştim. Misketlerle beraber çalınmış çocukluğumun da sebebisin. Sakın yanlış tanıma beni, korkak birisi değildim. Korksam yazamam bunları, yanamam aşkından ve kedimin kalan sekiz canını alamam. Korksam ölmezdim ruh ağrısından ama misketlerimi ilk aşkın, kalbimi de sen çalmıştın, ne kötü bir çocukluk bu, yıllar geçti o hâlâ geçmedi. Çok fazla oyuncağım oldu ama hiçbirisi o misketler gibi hissettirmedi.


Mumun son demlerindeydim aslında, ellerim sıcak ve damlalarıyla yapış yapış. Utanıyorum senden, senden başkası ısıtamaz demiştim ellerimi, tutamadığım sözlerim için beni bağışla.


Sokak lambasının gölgesinde yalpalayan bir adamın koluna girdim sonra, sansüründen izin aldım Tanrı’nın, iki kadeh attım. Bu gece bana yazılsın tüm günahlar, zaten daha fazla nasıl yanacağım? Naralar ısmarladım sokağında, kapının önünde ağladım. Duysana beni, ne olur duysana.


Gece tarifesi açmayacak bir taksi bulmak için yürüdüm, sabaha kadar yürüdüm. Mesafem kısaydı, tabelalarda köprüye beş, ölüme on dakika. İstanbul’un trafiği büyük sorun, boğularak öleceğim ben, ne olur ezmeyin beni, doksan beygirlik arkadaşlar ne olur ezmeyin. Mumumu deniz söndürsün istiyorum, hem ona bir deniz feneri borcum var. Sana bir gerçeği anlattım bolca yalanla, korkma ne olur. Yazdıklarım tükenmez kalemle kazındı kalbime, ateşler alamaz benden, sen alamazsın. Yüzme biliyorum diye bu son nefesimi sana veriyorum, hem bilirsin hava kurşun gibi ağır, ayrılık da.