Hayatımı yeniden düzene soktum. Artık bir kuş kadar özgür hissediyorum kendimi. Kafesimin dışına çıkıp özgürce uçuyorum. Bedenim dinlenmiş bir şekilde uyanıyor artık. Her sabah aynaya baktığımda kendimden tiksinecek bir yüz ifadesi kalmadı. İçimi kemiren huzursuzluğun yerini, mutluluk sardı. Güneşin doğuşuyla birlikte sanki ben de yeniden doğuyorum. Kuşlar sanki benim mutluluğumu paylaşıyorlar gibi, şarkılar söylüyorlar. Galiba artık hayatı sevmeyi öğrendim. Gün batmasını istemiyorum; aynı zamanda yarın için heyecanlanıp yeni güne başlamak istiyorum. Garip duygular içerisindeyim. Bu garip ve saçma düşüncelerim içinde sizi sıkmayacağım. Anlatmak istediğim hayatı neden bu kadar sevdiğim. Benim gösteriş yaptığımı düşünüp bana kızacak insanlar olacak. Bunu biliyorum, çünkü hayatta herkes iyi değil. Ama iyi olmak o kadar da zor değil. Ben mesela her gün sabah gülümseyerek yataktan kalkıyorum. Sağ taraftan ya da soldan kalkmak hiç fark etmiyor, hep gülerek uyanıyorum. Zaten soldan kalkınca sinirli olma gibi bir durum da yok. Onu sinirli insanlar kendilerine bir bahane olarak üretmişler. Aramızda kalsın, eşim sabahları biraz gergin uyanır. Bu yüzden onu mutlu etmenin en kolay yolu kahvaltı. Yataktan eşimi uyandırmayacak şekilde yavaşça kalkıyorum. Onun yanağına küçük bir buse kondurduktan sonra yatağımızın hemen yanında duran sehpadan telefonumu ve gözlüğümü alıp kapıyı yavaşça açarak çıkıyorum. Telefona çok bakmıyorum artık. Hayatımızı çalan bu şeyden de uzaklaşmayı başardım. Yanıma almamın tek sebebi, evet tahmin edeceğiniz gibi, eşim uyanmasın diye. Yatak odasından çıktığımda hemen karşıda olan banyoya giriyorum. Aynaya baktığımda bana gülümseyen bir adam gördüğümde daha çok mutlu oluyorum. Yüzüme birkaç kere su çarptıktan sonra aynaya sıçrattığım su damlalarını silip çıkıyorum. Evimiz küçük olduğu için çok fazla havasız kalıyor. Bu yüzden mutfağa gitmeden ilk işim oturma odasının camlarını açmak oluyor. Camın hemen önünde duran rengarenk menekşelere su vermeyi unutmuyorum. Camın önüne ancak sığdırabildiğimiz yan yana duran dört menekşe. Tabii suyu döktükçe onların mis kokusu, camdan gelen rüzgar ile odanın içerisine dağılıyor. İnsanın içini karartacak o havanın yerini, mis gibi sabah havası ve çiçek kokusu alıyor. Yemek hazırladıktan sonra eşime "seni seviyorum" notumu bırakıp evden çıkmak zorunda kalıyorum. Bizim evin hemen yanında oturan Yusuf amca da benimle aynı saate balkonuna çayıyla birlikte çıkmış oluyor. Onunla konuşmanın ve dertleşmenin verdiği huzuru bildiğim için on dakika önce evden çıkıp onunla konuşmayı asla aksatmıyorum. İşe gittiğimde tüm iş arkadaşlarıma günaydın dedikten ve onlar için aldığım çikolataları verdikten sonra masama geçip çalışmaya başlıyorum. Akşam iş çıkışında eşimi almaya gidiyorum ve onun için seçtiğim yeni mekanda yemek yemeye götürüyorum. Evet, şimdi bana diyeceksiniz, "Sen bize bir gününü anlattın. Mutlu olmanın, hayatı sevmenin ve başarılı olmanın formülünden bahsetmedin." Aslında size bunu en başında söyledim: "hayatı sevmek". Hayatınızı, kendinizi sevdikten sonra başarılmayacak bir şey ve mutlu olunmayacak bir gün olmaz. İradeli bir şekilde çalışmak ve başarıya ulaşmak istiyorsanız, hayata sıkı sıkı sarılarak, gülümseyerek devam etmeniz ve yılmamanız gerekli. Size bunları anlatırken zamanın nasıl geçtiğini fark edemedim tabii. Doktorum Mehmet Bey çoktan gelmiş.

 

Hayal etmeyi ve düşünmeyi, Mehmet Bey gelince bir kenara bıraktım. Ne hayal ettiğimi soracak olursanız, eşimle rollerin değişmiş olsaydık nasıl olacağını düşündüm ve bunu size anlattım. Ben, onun gibi hayat dolu ve sevecen olsaydım nasıl olurdu. Bunu düşünmeden edemiyorum. Düştüğünde asla pes etmeyen, yola devam eden, kimsenin kalbini kırmayan, mutsuz olsa bile insanlara yine güzel davranan ve umudu asla yıkmayan birisi. Maalesef, ben asla öyle birisi olamadım. Bu yüzden hayat, bana ömür boyu unutmayacağım büyük acılar ve dersler bıraktı. En değerlisi, benim yaşama kaynağım eşimi benden aldı. Bana hayatı yaşamayı, sevmeyi, asla pes etmeden hedeflerime koşmam gerektiğini öğretmeye çalışan eşimi aldı, yuvadan uçmayı öğretmeden hem de. Pes ettim onun yokluğunda. Tekrar yürüsem, iyileşsem ne olurdu o yokken? Zaten hayatı sevmiyorum. Gülmek bana hiç yakışmıyor. Hayallerim var ama ulaşmak için isteğim, enerjim yok. Zaten o yokken hayallerin ne anlamı var?

 

Hiçbir şey yapmadan sadece yattığımdan düşünmek için çokça vaktim oldu. Öğretmeniniz size bildiği her şeyi anlatsa ve gösterse, siz de mezun olduktan sonra hiçbir şey yapmadan sadece bekleseniz, öğretmeniniz size kızardı. Eşim de benim şu anki halimi görse, bana okkalı bir tokat atardı ve beni kendime getirirdi. “Hayallerinden, hayatından böyle kolay mı vazgeçtin? En çok da bana verdiğin sözden vazgeçmen bu kadar kolay mıydı?” rüyamda söyledikleri bu sözler hala kulaklarımda ince bir çınlama halinde her dakika tekrarlamakta. Galiba yapmam gereken şeyi biliyorum…

 

İyileşmeye karar verdim. Dünya bana çok ağır ve acı bir ders vermek istemiş. Hayatımın anlamını ve yürüme yetimi benden alarak bana bir şeyler göstermek istemiş. Çok geçte olsa bunu anladım. “Şimdi ne yapacaksın?” diye soracak olursanız, deneyeceğim. Uçmayı deneyeceğim. Nasıl yapacağımı bilmesem de, eşimden ve diğer başarılı olan tüm insanlardan gördüm. Ben de deneyeceğim. Atıcağım kendimi ağacın tepesinden. Belki düşeceğim, ama yılmadan, usanmadan tekrar çıkacağım ve tekrar atlayacağım. Elbet bir gün ben de uçacağım. Biliyorum, başarabilirim. Tekrar yürüyebilirim. Aynadaki o üzgün adamı tekrar gülerken görebilirim. Ve tabii ki eşimi gururlandırabilirim. Herkese gülücükler vereceğim. Evet, bazen psikolojim sarsılacak, ama şunu biliyorum: bu dünyada aşılamayacak dert yok. Aşacağım tüm dağları, tepeleri. Sonunda sahile oturup huzur nedir, gün batımı ile öğreneceğim.