Onumuzu ofisten çağırdılar. Hepimiz birbirimizden habersiz, aynı gün işe gelmemişiz.


Herkes gergin çünkü hepimizin işe başlarken geldiği, daha sonra birçok arkadaşımızın da işine son verildiği ofisin önüne yarım ay şeklinde dizildik. Önce küçük el patron geldi. Elinde bir liste ile. Gözleri ve parmağını bir süre yukarıdan aşağı, sağdan sola gezdirdi. Bir süre sonra isimlerimizin yazılı olduğu kağıdı boru şekline sokup adeta bir gece bekçisini andıran tavırlar sergileyerek volta atmaya başladı. İkinci voltasının yarısında ortanca el patron ile kafa kafaya geldi. 


Ortanca hemen eline aldığı listede gergin, heyecanlı tavırlarla gerekli inceleme ve gözlemlerini yaptıktan sonra: 


— Evet arkadaşlar, saat kaç, 14.30. Vardiya başlayalı 20 dakika olmuş ama siz buradasınız hâlâ, çünkü siz...


Tam bu sırada kocaman cüssesiyle yarım ayın eksik parçası yıldız da dahil olur. En üst patron. Yani bu adamdan sonra, varsa tanrı gelir bu iş yerinde. Telefonun zil sesi geçen belediye seçimlerini kazanan partinin seçim müziği. Ne tesadüf değil mi?


Listeyi alır almaz: 

— Herkes burada değil mi? 


Ortanca olanı adeta çıkma olasılığı türlü türlü sebepler ile ilişkilendirilen üçüncü dünya savaşında mermiyi ilk atan er gibi: 


— Evet efendim! Hepsi, tam on kişi ve şey, onu da burada. 


Onayı aldıktan sonra elindeki listeyi birkaçımıza işaret edercesine doğrultup devam etti:


— Evet, şimdi gençler, amacınız şirketi batırmak mı, anlaşıp işe gelmemek de ne? Yani biz burada bir iş yapıyoruz değil mi, yani bu iş böyle olmaz. Olamaz! 


Bu sırada bu iş yerine yıllarını harcamış biri olan temizlik emekçisi abla yanındaki arkadaşa bir şeyler söylemiş olmalı ki küçük el patron devreye girer ve primi alır:


— Siz ne konuşuyorsunuz kendi aranızda, ha? 


Ablanın yanındaki arkadaş son nefesini vermek üzereyken abla hemen cevap vermek ister:

— Şey amirim, arkadaşın gelmediğini şimdi öğrendim. Yani anlaşıp gelmeme gibi bir durum yok. Niye anlaşalım ki? Biz kötü bir şey yapmadık. Ben kendim hasta oldum; test oldum, korona testi. 


Bu durum üzerine ufak bir uğultu oluştu.

Benim yüzümde de tebessüm. Bu aptallar bugün de prim yapacağız diye kendi bacaklarına sıktı iyi mi?


Yüce olanı öfke dolu ağzını açtı. Hınçla akıl gerektirmeyen, bildiği bütün kelimeleri bir iki cümlede haykırdı ikizlere. 


Uğultu yerini sessizliğe bıraktı. 

Herkesin bir derdi vardı. Kirada olan, çocuğu olan, olsun diye tüp bebeğe para döken. Kıt kanaat geçinen. Henüz yirmisinde olup popülizm salgını ortasında tek başına ev çekip çevirmeye çalışan. 

O kadar çok hikaye var ki şu yarım çemberi dolup taşıracak.


Yönünü; varlığını borçlu olduğu bizlere döndü ve:


— Aldığınız raporların ispatı için anlaşmalı olduğumuz hastaneye gidip onay alacaksınız. Bundan sonra rapor getirmek de geçerli değil artık. Ayağınızı denk alın, dışarıda iş isteyen çok. Çalışacak adam çok, bizi ekmeğinizle oynamak zorunda bırakmayın. Helal para değil sizin aldığınız. Her boğazı ağrıyan, halsiz olan hastaneye mi gidecek? Buldunuz tabii bu salgını, kaçırır mısınız bu fırsatı? Öyle belim ağrıyor, oram sızlıyor; yok artık öyle. Doktorları kandırabilirsiniz ama beni asla. 


*


Demem o ki değerli zamanını bu satırları okuyarak harcayan sizler; 340 kişilik bir iş yerinde aynı anda kimse hasta olmaz. Diyelim ki oldunuz, o zaman artık hasta olamazsınız ne yazık ki.


Yaşamını ev, araba kredisi ödeyerek geçirmeye mahkum bırakılmış bizler.

İşçi sınıfı. Hasta olmak, taziyede üç günden fazla kalamamak. Haklıyken bile kaybedecek onca şeyin varlığını bilip el pençe divan duranlar. 

Çok garip. Tahammül edemeyeceğim kadar! 


Garip olan bizler miyiz yoksa ilahlaştırılmış sermayedarlar mı bilmem ama bildiğim bir şey var, o da bu durum mutlaka değişmeli. 


Ben kendimden başladım, A4'e istifa yazmakla. 


“Çukurovalı ağaların bir cigarasını içip de köylüye kan kusturanlar…" Yaşar Kemal / Ortadirek


Sevgi ile... 


Şehmus Ç.