Uyandığı bu sıradan sabahın gecesinde bir hayalle uykuya dalmıştı Elisa. Bu hayal ansızın o gece mi düşmüştü aklına yoksa uzun bir serüvenden geçerek büyüyüp dallanmış mıydı zihninde, bilmiyordu. Bildiği tek bir şey vardı, o da tüm ruhunu sarıp sarmaladığıydı bu hayalin. Peki dün gece bu kadar arzuladığı o hayalin nasıl olur da daha önce tek bir ayrıntısı bile aklından geçmezdi? Uzun zamandır içinde biriken ve o ana kadar eksikliğini fark etmediği hislerin toplamı mıydı? Oldukça da sürreal bir görsel şölendi kafasındaki hayal. Çünkü açıkça bir olay, mekan, durum bildirmiyordu. Daha çok simgelerden ve çeşitli varlık görsellerinden oluşan bir metafor yığını ile dolu bir tabloyu andırıyordu. Çok fazla renk de kullanmamıştı tablosunda. O çok sevdiği her şeyi masum ve saf gösteren beyazdan ve şeffaf bir renksizlikten ibaretti tüm tablo. Şeffaflığı niçin kullanmıştı? Beyazın çoğu şeyi masum ve arzulanası göstermesine karşın beyazlıkların şeffaf gerçekliğini mi simgeliyordu? Sahi hayalini kurduğu o görsel şölende bile bir gerçek mi görmek istiyordu, körü körüne arzulamamak için kendine bir uyarı mıydı bu? Yoksa kendi de zaten inanmıyor muydu her güzel şeyin aslında sadece güzel olmadığına? O güzelliklerin derinlerinde gizli olan gerçeği mi görüyordu?

Bunları uykusundaki o derin rüyasında mı düşünmüştü yoksa hayalle oluşturduğu tabloyu yaparken bu düşüncelerle mi hareket etmişti bilmiyordu. Ama zaten bunları düşünecek zamanı yoktu. Yataktan kalkıp yetişmesi gereken gerçek bir tablosunun olduğunu fark etti ve hayali tablosunu rafa kaldırdı.