Bir gece vakti, bir bozuk radyoda ikimizin şarkısı çaldı. O an geçmişe gittim. Biraz hayal kırıklığı, biraz da sen... Odam üstüme geliyordu sanki. Evden kaçmak istedim, bir an kendimi dışarıda buldum. Benim hâlime bulutlar bile ağlıyordu. Sık sık gittiğimiz o parka yavaş adımlarla yürüyordum. Biraz ıslanmış, biraz da bitkin hâldeydim. İkimizin oturduğu bankta yapayalnız bir kız oturuyordu, içime tarifsiz bir korku ve heyecan çöktü. Kim olabilirdi ki o gece vaktinde? Gecelerce yazdığım şiirler ve sözlerimin sahibiydi. Titreyen bir ses tonuyla "Senin burada ne işin var?" dedim, sustu. Bir şey diyemedi, Oysaki…

Daha sonra yoluma devam ettim, üzerime ağırlık çöktü; şehir sanki üstüme üstüme geliyordu, bir an kendimi eve atmak istedim lakin kafamda tonlarca soru gelip gidiyordu, onun orada olma sebebi neydi? O gece vaktinde onun aklında ben mi vardım yoksa? Sonu olmayan hayallere ve umutlara duyguları hapsettim. Bana hayal kırıklıkları anlatan gözüme bir perde şeklinde iniyordu, çaresiz hâldeydim, hasılıkelam elimden hiçbir şey gelmiyordu.


Eve geldim, kendimi bir an lavabonun önünde buldum, yüzümü yıkamayla başladım, biraz da olsa rahatlamakla buldum kendimi. Odama girip bana verdiğin o kolyeyi avucumun içinde sımsıkı tutuyordum. Gözyaşlarımı tutamamıştım. Telefona mesaj gelmişti. Ondan mı geliyordu yoksa? İçimi bir heyecan kapladı, telefonu elime alma cesareti bulamıyordum bir türlü lakin bakmam lazımdı. Yoksa önemli bir konu mu vardı bilmiyorum, ellerim titriyordu, bir şekilde almak istemiştim ama ekranı açamıyordum, elimde çevirip duruyordum, sonra yatağa doğru fırlattım telefonu.

Gece kaç, bilmiyordum; sonradan yirmi beş kez mesaj atıldı ve beş veya altı kez aramışlardı beni. Bakmamıştım, oymuş. Okumaya cesaret bulamamıştım, kendimi iyi hissetmiyordum bu arada, dokuz gibi arayayım demiştim. Uyuyakalmıştım, on birde uyandım, onu aradım, tanımadığım biri açtı telefonu, şu kelimeleri söyledi: "Oğlum ben annesiyim, bu sabaha karşı kızımın odasına girdiğimde kendisini asmıştı."

Telefon bir anda elimden kaydı, yere düştü. Buruk sesimle “Başınız sağ olsun.” dedim, telefonu kapattım.

Bu gece sokaklar ıssız ve yalnız, sol cebimde bir yarım sigaram kalmıştı ve onu da şimdi yaktım. Fakat ciğerlerim bile iflas etmiş durumdaydı. İçime çektim fakat kafam allak bullaktı. Birkaç gün önce oturduğu bankta onu bekliyorum öylesine ama o kız artık yerinde olamayacaktı. Aklıma binlerce soru geliyor, gözümün önünden geçiyor film şeridi gibi. Niye böyle bir şey yapmış olabilirdi ki? Bin türlü uçsuz bucaksız soru. Bunun bir cevabı olmalıydı, aklıma bir şey gelmiyordu. Artık şiirlerimin ve sözlerimin sahibi olmayacaktı, hayallerden ibaret olacaktı. Ellerimden kelebek gibi uçtu gitti. Umutlarım da onunla birlikte uçup gitmişti. Şimdi anladım ki ateş düştüğü yeri yakarmış.


Sanki şehir üzerime üzerime geliyordu, parktan yavaş adımlarla ayrılıyorum. Park bugün hâlâ buram buram sen kokuyordu, hasretine dayanamayacak gibi oluyorum. Yavaş adımlarla senin pencerenin önüne geliyorum çıkarsın umuduyla seni beklediğim o sokak lambasının altındayım. İçimdeki ses böyle söylüyor, ateş düştüğü yeri yakarmış.


Kaçar adımlarla eve gidiyorum, herkes uyuyor diye kapıyı usulca açtım ve eve girince fark ettim ki kimse uyumuyormuş. Babam ''Bu saate kadar neredeydin?'' dedi. ''Arkadaşlarla takılıyordum.'' dedim. Gözlerimden büyük ihtimalle anlamıştı yalan söylediğimi, ''Doğru söyle oğlum sinir etme beni gece gece.'' dedi.

''Beni özgür bırakın.'' dedim, direkt odama girip yatağıma uzandım. Tavanı seyrediyorum ve düşünüyorum. Neden yapmış olabilirdi ki? Bir türlü çözememiştim ve günün yorgunluğuyla uyuyup kalmıştım.

Ateş düştüğü yeri yakarmış.