Ellerine baktı. Garip. Sanki bir transta gibi bakıyordu avuç içlerine. Arkasını çevirerek yılların verdiği kırışıklıklara baktı. Ellerinin amacını anlayamadı. O an orada tam olarak ne için duruyorlardı? Bu sorunun cevabını veremiyordu. Ellerinin var olma sebebini bulmak zorunda gibiydi. Mutfak tezgahına yaslanarak iyice baktı ellerine. Hafif titremelerinde soğuğun etkisi yoktu. Pencereden vuran güneş ışığına tutarak baktı iyice. Kırışıklıklar artık iyice belirginleşiyordu. İki kişi için yapılmış kahvenin yalnızlığı vardı ellerinde. “İki ne büyük yalnızlık.” diye düşündü. Çoğun içinde yok olmak kendi içinde bir başına kalmaktan zor. Yanında olanın var olmaması kadar olmasının boşluğu. Şimdi içeri gitmek zorundaydı. İki eline kahve bardaklarını aldı. Yüzündeki ifadenin doğru olduğundan emin olduktan sonra mutfaktan çıktı. İçeri doğru kahveleri dökmeden ilerledi. Salonda bekleyen kız kahve bardağını görünce gülümsedi. Bakışlarında yine anlamsız şeyler yakalamaya çalıştı ancak her zamanki kadar belirgindi o bakışlar. Arkasında bir şeyler aramanın gereksiz olduğu bakışlar. İçindeki ses konuşmaya başladı. “Çoğu insan bir diğerinin düşüncelerini, hislerini bakışlarından anlayabileceğini düşünür. Pek çoğu için bir bakış yalnızca bir bakıştır. Arkasında hiçbir şey yoktur. Bir okyanus görmeye çalışırız ancak baktığımız şey küçük bir su birikintisinden ibarettir. Beklentilerimizle baktığımız şeyleri olduğundan daha fazla görme huyumuz bir hastalık gibi. İnsanları oldukları kadar görebilsek her şeyi daha iyi anlayabiliriz.” Kızın “Ne düşünüyorsun?” diyen sesiyle kendine geldi. “Hiçbir şey.” dedi gülerek. Kız inanmış göründü. “İnsan bir şeyi umursamayınca inanmak o kadar kolay oluyor. Bir insan nasıl hiçbir şey düşünebilir ki hem? İnsanlar buna inanacak kadar boş olabiliyorlardı. Hayır. Umursamaz. Yalnızca umurunda değildi.” diye konuştu tekrar içindeki ses “Basitleştir düşüncelerini” diye parladı sonra. “Basit şeyler daha net anlaşılabilir.” Yorgunluk gece gibi çöktü bir anda. Kızın kahvesini önündeki sehpaya bırakıp kendini bir çuval gibi koltuğa attı. Elindeki kahveden bir yudum alıp bu koyu iğrenç sıvıdan ne tat aldığını ve içmediği zamanlarda neden bu kadar çok aradığını düşündü bir kez daha. Kız hiçbir şey söylemeden telefonuna bakıyordu. Bardağı tekrar ağzına götürürken ellerini gördü. Titremeye başlayınca bardağı hızla masaya bıraktı. Çalkalanan sıvının birazı döküldü. Kız yine de başını kaldırıp bakmadı. Ellerine baktı iyice. Rüzgarın açtığı yaralar hafifçe sızlıyordu. Sonunda başını kaldıran kız adamın ellerine baktığını gördü. Sonra çantasına uzanıp içinde bir şeyler arandıktan sonra bir krem çıkardı. Kremi uzatarak “Doktorun önerdiği krem bu…” diye başlayan ve gerektiğinden çok daha uzun süren bir cümle kurdu. Cümlesinin noktası yok gibiydi ve daha başlarında adamın dikkati dağılmıştı bile. Kremi yavaşça ellerine yedirirken aklına gelen bir anı acı acı gülümsemesine yol açtı. Adamdaki bu küçük değişimi gören kız bir anda “Ne oldu?” diye sordu. Başını kaldıran adam “Aslında başka bir şey düşünüyordum. Ellerimin neden var olduğunu, neden tam bu anda benimle birlikte olduklarını, onları neden kullandığımı ve bana neden bu kadar boş geldiklerini.” dedi. Daha sonra kızın bir şey söylemesine izin vermeden hızla kızın yanına geçip devam etti “Sonra fark ettim ki aslında tüm bunların cevabı seni sevmek.” derken eliyle yavaşça kızın yanağını okşadı. “Ellerimin var olmasının yegane sebebinin sadece seni sevmek olması çok saçma. Hele de sen bu sevgiyi hak edecek hiçbir şey yapmamışken. Ve de yapmayacakken. Şimdi diyet olarak ellerini kessen ve bana versen yine de bu sevgime denk bir şey olmaz. Bunu bilmek ve bu sevgi konusunda bir şey yapamamak beni deli ediyor. Yine de buradasın ve ben de buradayım. Burada çok yanlış olan bir şeyler var demek ki. Ya burasının var olmaması gerekiyor ya da ikimizin aynı anda burada var olmaması gerekiyor.” Hiç hesaplamadığı düşünceler ağzından dökülürken başı döndü bir anda, soluklanmak için durmak zorunda kaldı. Gözlerini şaşkınlıkla kırpan kız “Yani gitmek mi istiyorsun?” dedi. Söylediklerini düşünen adam biraz bekledi. “Beni sevmiyorsun. Ve ben yalnızca sen burada olmamı sevdiğin için buradayım. Bu kalmak için bir sebep değil.” dedi sonunda. Suratını buruşturan kız “Hep bir şeyleri söylemek için uzatmalı, afili cümleler kuruyorsun. Oysa basitçe ‘Gitmek istiyorum’ desen de olurdu.” dedi. Acı gülüşü suratına tekrar yerleşen adam “Bak işte ‘afili cümlelerimi’ dinlememenin sonucu bu. Ben o cümlelerde beni sevmediğini de söyledim ama buna karşı çıkmadın. Bir şeyler biterken bile bunu umursamıyorsun. Ben neden buradayım ki hala?” deyip hızla ayağa kalktı. Suratı hala düşük olan kıza yavaşça eğilip yanağını okşadı. Son kez bir ‘hoşça kal’ demeyi düşündü, sonra söylediklerinin değerini düşünüp vazgeçti. Kapıya ulaştığında kapının kolunu tutan eli bir cerrahınki kadar sabitti. Kafasının içindeki ses de hiçbir şey söylemiyordu. Olanca gücüyle kapıyı açıp dışarı çıktı.