“Onca yitirilen arasında erişilebilir, yakında ve yitirilmeden kalan ise hep bir tek şey oldu: Dil. Evet, o, yani dil, her şeye karşın yitirilmeden kaldı. Ama kendi yanıtsızlıklarıyla, korkunç bir suskunlukla, öldürücü konuşmaların binlerce karanlığıyla çarpışmak zorunluluğuyla karşılaştı. Bütün bu badirelerin içinden geçti ve olup bitenler için sözcük harcamadı; fakat bütün bunları yaşadı. Yaşadı ve ondan sonra, bütün bunlarla ‘zenginleşmiş’ olarak, yeniden gün ışığına çıkmasına izin verildi.

Ben, gerek o yıllarda, gerekse daha sonraki yıllarda işte bu dilde şiir yazmaya çalıştım: Konuşmak için, kendimi yönlendirmek için, nerede olduğumu ve nereye götürülmek istendiğimi betimleyebilmek için...”

Paul Celan- yaşamın parçalanmışlığını bir olgu olarak benimseyen şairden –

birkaç şiir:


GÜRÜLTÜLER ARASINDA, tıpkı başlangıcımızda

Bana isabet ettiğin

Vadide olduğu gibi,

Yeniden kuruyorum – hani o,

Biliyorsun: görünmeyen,

Duyulmayan

Çalarkutuyu.


TANIYORUM SENİ, sen olabildiğince eğilensin,

Ben ise delik deşik, tutsağın senin.

Nerede bir sözcük, ikimiz için de yaratmış, var mı?

Sen – tümüyle, ama tümüyle gerçek. Ben – tümüyle delilik.


BİR GÜN VE BİR GÜN DAHA

Lodoslu sen. Sessizlik

Önümüzden uçmuştu, ikinci,

Daha saydam bir yaşam.


Kazandım, yitirdim, inandık

Karanlık mucizelere, sonra çabucak

Göğe yazılan bir dal taşıdı bizi, uzandı

Akan beyazlığın içinden ayın yörüngesin,

Bir yarın düne tırmandı ve artık

Toza dönüşmüş bizler, şamdanı getirdik;

Boşalttım ne varsa, hiç kimsenin eline.


GEÇ KALMIŞ YÜZÜNÜN ÖNÜNDE,

Tek başına,

Beni de değiştiren gecelerin arasında,

Bir şey gelip durdu,

Bir zamanlar, düşüncelere aldırmaksızın,

Bizde olan bir şey.


SUS!

Yüreğine batırıyorum dikeni,

Çünkü gül, evet, o gül

Aynada gölgelerle birlikte şimdi, kanamakta!

Kanıyordu zaten, daha biz Evet ile Hayırı karıştırdığımızda,

Ve yudumladığımızda,

Çınladı diye masadan fırlayan bir kadeh:

Kararması bizden de uzun süren bir gecenin habercisiydi.


Dinmeyen susuzluğumuzla içmiştik:

Tadı acı gelmişti,

Ama şarap gibi de köpüklenmişti –

Gözlerinin ışık demetlerini izlemiştim,

Ve tatlı sözlerle dolanmıştı dilimiz...

(Şimdi de, şimdi de hâlâ dolanmakta.)


Sus! Daha da derin batmakta diken yüreğine:

Onun dayanışması, güllerle.


KAPKARA,

Anıların açtığı yara gibi

Sana giden yolu kazarak açmakta gözler,

Yüreğin parlak dişleriyle ısırılmış

Ve yatağımız olarak kalan

Bu yüce topraklarda:


Tünelden gelmelisin –

Geliyorsun.


En derinlerden,

Tohumların bereketiyle donatmakta

Seni deniz, bütün zamanlar için.


Sonu yok her şeye bir ad vermenin,

Seni kaderimle örtüyorum.


CORONA

Sonbahar, avucumdan yemekte yaprağını: biz dostuz.

Badem kabuklarından soyup zamanı, ona gitmeyi

Öğretiyoruz:

Zaman, kabuğuna dönüyor.

Aynadan yansımakta pazar,

Düşlerde uyunuyor,

Ağızlar doğruyu söylemekte.

Sevenlerin kavmine iniyor gözlerim:

Birbirimize bakıyoruz,

Karanlık şeyler söylediklerimiz,

Gelincik çiçeğiyle hatıraların birbirlerini sevmeleri gibi

Seviyoruz birbirimizi,

İstiridyelere sızan şarap,

Ay ışığında yüzen deniz gibi uyuyoruz.

Birbirimize sarılmış, duruyoruz pencerede, sokaktan bizi

Seyrediyorlar:

Zamanı geldi artık bilmelerinin!

Taşların çiçeklenmesinin,

Bir yüreğin tedirgin atmasının zamanı geldi.

Zamanıdır artık zamanının gelmesinin.

Zamanı geldi.