Temmuz kafasının içindeki sesle kıyasıya bir yarış halindeydi, en mutlu anlarında bile bu ses, şehre aniden gelen bir yabancı gibi çıkageliyor; o an kendini bazen bir trenin önüne bazense bir balkondan atmak istiyordu. Derin derin nefesler alıyordu oysa mutluydu ya da kendini mutlu sanıyordu. Her gün binlerce insanın arasından geçiyordu ve binlercesini durdurup anlatabilirdi, aklının kilitli kapısının anahtarını yanından geçen bir insana verebilirdi. Her gün yanından geçen insanları izliyordu ama insanlığa olan inancı her gün azalıyordu. Kant'ı düşünüyordu ama Temmuz'un bir amacı yoktu, insanlığa da onun gibi inanmıyordu. Descartes gibi kendini bulmak istiyordu. İnsanlıktan önce Temmuz vardı, henüz İsa konuşmamıştı. Temmuz Descartes'ti, İsa'yı ve kendini düşündü. Üçü de Tanrı, ruh ve bedene inanıyordu. Düşünceler giderek sarmaşık gibi aklını sarıyordu. Umudu giderek azalıyordu. Bütün dünyaya karşı tek başınaydı, kendine karşı bile tek başınaydı. Ani bir hareketle üzerindeki kalın yorganı attı, çalışma masasının üzerinde duran tükenmez kalemi aldı, sandalyesine oturdu. Ajandasından bir sayfa yırttı, tükenmez kalemle parmaklarını biraz mavi mürekkeple çizdi. Artık elleri mavi kanla boyanmıştı, yazabilirdi. Bir Kızılderili gibi savaş baltalarını bilemişti, önce Descartes'e yazmak... Kalın kaşların çattı, vazgeçti. Aklına bir şey gelmiş gibi, beyaz kağıdı mavi kanla lekelemeye başladı...


Sevgili İsa;

Geçen günlerden birinde, sana yazılan bir mektubu okudum ve içimde aniden sana bir mektup yazma istediği uyandı. İsa, uzun zamandır seni arıyorum, hangi dağın başındasın veya adresin neresi bilmiyorum; bu mektubu kapalı bir zarfın içine koyup ilk gördüğüm ağacın gövdesine koyuyorum, oradan alırsın (ağacın çınar olmasını dilerim). İsa, senin bazı yeteneklerin olduğunu okudum, dinler tarihiyle aram pek iyi sayılmasa da İncil'i okudum, bana kişisel gelişim kitabı gibi geldi ama bedenle ruhu tekrardan birleştirdiğini öğrendiğimden beri içim içime sığmıyor, ayaklarım seni aramak için durmaksızın kilometrelerce yürüyebilir. İsa, ismini henüz sana söyleyemeyeceğim (lütfen gücenme) birini seninle tanıştırmak istiyorum veya onu tekrardan bana getirmeni istiyorum. Bunu yapabilecek tek kişi sensin. Sana akciğerlerimi verebilirim ya da bir ömür su içmen için bir kuyunun başında bekleyebilirim. İsa, onu kaybettikten sonra kafamın içinden başlayıp kalbime kadar inen o kablo eksik, doğru düzgün düşünemiyorum. Üşüyorum sanırım. İsa, seninle hangi dili konuşacağımı bile bilmeden bu mektubu yazıyorum, beni anlama İsa, beni hisset. İsa, korkarım ki o elmayı ben de ısırdım. Babamızdan DNA'ma işlenmiş olacak, bazı günahlar elma tadı gibi geliyor. Ben de senin yaptığın gibi kendimi çarmıha gerdirmek istiyorum, henüz benim yerime geçecek kimseyi bulamadım.

Not: Sana akciğerimi bağışlıyorum.