Temmuz nereye gittiğini bilmeden sokaklarda dolaşıyordu, gözleri sürekli birini arıyordu ama o da neyi aradığını bilmiyordu. Sadece ayaklarındaki yürüme isteğine karşılık durmaksızın sürükleniyordu. Pusulası yoktu, gemisi yoktu, denizde sürüklenen bir ağaç parçasına tutunmuş ve sürüklenmeyi bırakırsa denizin dibine gömülecek gibi durmaksızın yürüyordu. Kalabalık caddelerden geçiyor, bazen çıkmaz sokaklara giriyordu ama aklı hiç susmuyordu, kafasının içindeki Temmuz'u susturamıyordu. Boşlukta yankılanan ses gibi yürüdükçe kafatasının içinde sesi yankılanıyordu. O anlarda kafasını duvarlara vurmak veya beynini yarmak istiyordu ama ne acıdır ki kendine bir türlü zarar veremiyordu. Temmuz'un böyle durumlarda beynini yardığı şey...

Hemen boş bir sayfa bulup yazı yazmak için etrafına baktı. Kâğıt kalem alabilecek bir yer aradı, gözüne karşıdaki bakkalı kestirdi, hızlı adımlarla bakkala girdi, kâğıt ve kalemi aldı. Bakkalın biraz ilerisindeki kaldırıma oturdu. Bir an bakkalla ne konuştuğunu düşündü. Nasıl istemişti bu nesneleri, hangi kelimeleri kullanmıştı? Hatırlayamadı bir an, kafasındaki düşünceleri susturmak için başını sağa sola salladı. Derin bir nefes alıp kâğıdın beyazlığını siyah mürekkebe boğdu.


Ölüm ve yaşam aynı ağacın iki meyvesi. Bir ısırıkla insana işlenen iki düğüm ve bir bilet dünyaya ve bir lanet beden denen kıyafet insana korkular, umutlar, hayaller, acılar, sevinçler, bütün bunların ana başlığı acizlik...


Temmuz kalemi göğe kaldırıp yüksek sesle bir kahkaha attı, yeni bir kıta bulmuş gibi sevindi. Tekrar kalemi beyaz sayfanın üzerine gezdirdi.


Ben kimim, kaçıncı yüzyıldayız? Adım Temmuz, Temmuz ne demek? Neden o öldü? Ölüm ne demek? Ey Temmuz, senin diğer canlılardan farkın ne soluk aldığın ve seni hayatta tutan o alet nasıl çalıştı?