Derin derin nefes alışlarını hatırlıyorum; acıdan gözlerine uyku girmeyen geceleri, hastane köşelerinde sürüklenen bir hayatı. O zamanlar ikimiz de on beş yaşındaydık. Temmuz, Temmuz diye sayıklardın ve sen ismimi her söylediğinde beynimde bir sızlama oluşurdu; belki bu sızlamayı kırmak istiyordun, belki farkında bile değildin. İnsanın ismi, geçmişidir; ben geçmişimden kaçıp, yani insanlığımı öldüren o iki odalı, dolabı gibi odaları da boş olan evden kaçıp seni bulduğumda yanımda bir tek ismimi getirmiştim. Çocuk olmayı başaramayan bedenim küçücüktü. Seni bulmasaydım o evi yakardım çünkü ellerim üşüyordu, ısıtacak ailem yoktu. Annemi hiç tanımadım, babamsa çevremde olup bitene rağmen bana inanmamayı tercih etti. Böyle bir çocukluk psikolojimi bozmamış olacak ki hala geçmişe bakıp gülebiliyorum, yalnız arada sanki Pandoraʼnın kutusundan çıkarmış gibi öfkem beliriyor aniden ve öfkem geçene kadar yürüyorum sokaklarda, yanlarından geçerken insanları izliyorum.