"Nezaket" üzerine bir şeyler karalarken, empatinin, başkasının gözünden bakmakla, onun dünyasına adım atmakla başladığını yazmıştım. Başka dünyaları görmenin de, bir bireyin ya da kültürün dünyası olabilir, oraları normalleştirmeyi, oldukları halleriyle kabullenmeyi kolaylaştırdığını belirtmiştim. O "başkası"nın duygusal, zihinsel durumunu anlama, böylece duygudaşlık kurabilme şansı bulma, anlayışla karşılamalar gelince de daha sağlıklı ilişkiler oluşturabilme imkanı... Hatta daha ileri giderek, psikoterapinin de insanın bir profesyonel eşliğinde kendisiyle yoğun bir çabayla empati kurma süreci olabileceğini düşündüm bir taraftan... Bakalım...
Doğrusu, empati dediğimiz mefhum kimi zaman zorlayabiliyor insanı. Karşı tarafın penceresinden bakabilmek uğruna aklımızda olanları eyleme geçirmekte tereddüt edebiliyoruz, bazen vazgeçebiliyoruz. Kişisel hayatımda bu tereddütü en çok empati kurabildiğim değil de kuramadığım durumlarda yaşarım. Karşımdakini herhangi bir sebeple (genelde onun durumunu tecrübe etmem imkansız görünüyorsa) tam olarak anlayamayacağımı düşünüyorsam adım atmaktan geri dururum zaman zaman.
Gerçekten kolay bir iş değil. Çocukluktan aldıklarımızdan ne kadar etkilendiğini psikoloji bilimi anlatıyor bize. İnsanın kendinde geliştirdiği empati becerisi, bunu bir potansiyel olarak saklayıp zamanı gelince açığa çıkarıyor çıkarmasına da, kimi zaman alıştığımızdan fazlası gerekiyor. Bu fazlasının gerekeceği durumlar için de hazır bir potansiyeli kurmak da ciddi bir mesele.
İnsan sadece başkalarıyla mı empati kurabilir? Yoksa kendisiyle de yapabilir mi bunu? İçinde olduğu durumu, hislerini derince düşünmesi, farklı pencerelerden bakması da benzer veya aynı şey midir? İşte psikanaliz de buradan, bir profesyonelle birlikte kendi içimize başka pencerelerden bakmak olması sebebiyle benzeşir mi bununla? Aynı zamanda düşünmekle empati arasında yakın bir ilişki kurulmuş oluyor mu peki kendi kendimizle yaptığımız empatide? Kendimiz için olan versiyonunda düşünmekle yakınsa, neden başkalarıyla olan versiyonunda da olmasın?
Başkalarının gözünden bakmak neden bu kadar önemli? Ne olur ki başkaları gibi göremezsek, hissedemezsek? Karşımızda göreceğimiz farklılık nedeniyle ortaklık kuramamak, ortaklık kurulamamasının istikrarlı hâle gelmesiyle de kaçınılmaz olarak doğacak olan çatışmalar.
Bireysel düşünmeyelim hadi. Başka dünyalar dedik ya, alışkın olduğumuzdan farklı bir kültürle karşılaşınca, örneğin yaşadığımız alana gelen bir göç dalgasında ya da kendimizinkinden baktığımızda sıradışı görünen kültürel alışkanlıkları duyunca, görünce ne kadar zorlanıyoruz öyle değil mi? Bize en uç noktalar olarak görünecek örneklerde bile anlayışlı, kabul edebilir pozisyonda kalmak son derece önemli. Empatinin zor versiyonları... Bir kötülük yapmamak için karşı tarafın düşeceği durumu gözümüzde canlandırıp frenlemek zaten giriş seviyesi empati...
Sosyal becerilerimizi artırdığı söyleniyor bu duygunun. Mantık basit: Karşıdaki gibi düşünüp hissedebilirsen, iletişimi kurman kolaylaşır zaten.
İnsan ilişkilerindeki tüm sorunların ciddi bir kısmını çözermiş gibi geliyor bana empati seviyesinin yükselmesi. Çünkü bu bir aksiyon alma değil, sadece anlamayla, hissetmeyle ilgili. Örneğin gereğinden fazla müsamaha göstermenin doğruluğu tartışılır. Zarar verme ihtimali hoşgörüyü bir noktada ketlemeyi gerektirebilir. Ancak "başkasına zarar verecek empati" diye bir şey olamaz. Olsa olsa kendimizi fazlaca yorarız. Dolayısıyla yükseldikçe bizi iyiye götürür gibi görünüyor.