-tam burada iç çekiyorum ve ahlar ah olup ciğerimi yakıyor-


sadece tanrının terk ettiği insanlar ölüme sarılır

ölümün kıyısına yuva kurarlar ve bilmedikleri bir şeyi bekler dururlar

ben bu şiiri gecenin tam ortasında

tanrının boşluğunda

hiç bilmediğim bir şeyleri özlerken yazıyorum

özlediğim şeyin kendim olduğunu çok sonradan fark edeceğim


yani bu gök, şu serzeniş ve astımlı toprak

kifayetsiz kalıyor tüm duyguların çölünde

duygular rasyonel değil değişkendir

vagonlar raylardan geçiriyor tüm gürültüsüyle

vagonların gürültüsü zihnimin gürültüsünü bastırıp

nefes alabildiğim zamanlarda

fersah fersah yüzün yüzüme düşüyor

kafamda amansız bir savaş var

beni bu savaştan kurtar


rüzgarlar rüzgara karışıp balkonuma gülünç ağrısı getiriyorlar

ya bu kanımı al

ya da beni unut şafak basmadan

beni unut ve bana kendini hatırlat

insan diyorum

duyguları ne kadar tezat

kendisine hükmetmeyi bilmeyen

bir başkasının esiri olur


kasım kendisini özletir

şakaklarımda bir silah patlar

ruhum ait olduğu yere uçar

ne ahlar çektim bir bilsen

bir bilsen nasıl anlatamıyorum içimdeki kaygıyı

ağrılarım vücut buluyor

pişmanlıklarım kanımı kurutuyor


güneş diktatör rejimler gibi devriliyor şimdi

çocuklar koşuyorlar içlerinde çocuk olmanın sevinciyle

gökyüzü kendisini karanlığa bırakırken

eski tütünler yakıyorum

ruhum tebarüz ederek can çekişiyor

boğulmanın ne demek olduğunu

yarını düşünerek daha iyi anlıyorum


velhasıl ziyan olup yanılmışız


nogay'dan ve orta asya'dan atalarımdan

bana emanet olan

irin dolu nefret

ete kemiğe bürünmüş

evim yok



en az nietzsche'nin tanrısı kadar ölü sayılırım




resim: Edmund Dulac - ‘The Entomologist’s Dream’ (Le Papillon Rouge lllustration)