Yola çıkmadan çıkınını kontrol etmeli insan. Ayağını yorganına göre uzatmalı, ne bileyim, az gidip uz gitmeli, belki de hiç gitmemeli. Ben yalnızlıklar başkentine yürüdüm bin bir hevesle, buradaki kalplere inşa edecektim yeni evimi. Buradaki kalplerle atacaktım temellerimi. Artık kimse yalnız olmak zorunda değildi, ben hepsine kapısı açık olacaktım. Hatta açık da değil, kapısız olacaktım. Biraz üşüyene şal, içi titreyene çay, susmak isteyene lal olacaktım. Ne oldum bilmiyorum ama çok konuştum. Onlar dinlemedikçe ben konuştum. Kendi yalnızlığımı kendi içime hapsedip onlarınkiyle dans ettim. Beğenmediler. Yağmur yağsın, onu dinleriz dedim, sevmediler. Oysa ben bir sonbahar günbatımında elimden tutan bir tutam yaprakla dökülmek isterdim. En nihayetinde düşer insan. Ben de düştüm. Ama birden kendi içime düşmüştüm. Hapsettiğim hayallerim konuşmaya başladı, küçük bir kız mikrofonu aldı, korkular homurdandı, çok sesli bir yalnızlık korosu başladı. Sesler dindiğinde, kefeler boşaltıldığında geriye sadece küçük kız kaldı. Kaybolmuştu ve arayanı hiç olmamıştı. Herkes evler, kamplar, kaleler inşa ederken düşünce hep kalkacağını sanmıştı. Güzel dostlar biriktirdim, hepsi ağaç oldu. Suladım, emek emek büyüttüm hepsini. Boyları beni aştı. Ben de susuz yaşayamam, gözyaşlarımla sulanmaktan usandım. Düşümde tuttum küçük kızın elinden, uyandığımda gitmişti. Diğer düşenler kalktı mı bilmem ama ben şöyle bir uzandım. Kızcağız koşturadursun yalnızların peşinden, ben iki satır bir kelam yazacağım.