Hayırlısı diye bitiriyoruz cümlelerimizi. Hiç başka bir seçenek kalmıyor. Söylemekten o kadar tedirgin oluyorum ki bu kelimeyi. Vursalar, bir kuyuya atıp üstümü kapatsalar diyorum, bu kadar yok olamam. Her şeyin sonu, bir çıkar yol yok gibi. Arıyorum, bakıyorum yok. Yol yok…

Bir ormandayım, yol ikiye ayrılıyor. İkiside birbirine benzer. Seçeneklerimi önceden tüketmişler. Seçtirmişler bir şekilde haberim olmadan. Üstelik ayaklarım da çıplak. Ne varsa batıyor. Özellikle dikenlerle çevrili çiçekler. Önce güzel gözüküyorlar, mis kokuyorlar. Sonrasını biliyorsunuz. Kanıyor değinildiğide. Sarmaşıklarsa yakıyor. Öyle bir yanma da değil. Artık kaçıncı dereceyse en yüksek birimi o kadar. Kurutuyor sıkıca sarıldıkça.

Bahçelere alınmıyoruz mesela. Çocukken talan ettiğimizden dolayı mıdır, bilinmez. O zamanlar masumduk sonra büyüdük. Büyüdükçe dikleşti yokuşlarımız, büyüdükçe kaldırabilirsin diye biraz daha, biraz daha yüklediler omuzlarımıza ne varsa. 

En son neredeydik? Evet, en son yerdeydik, gökyüzünü göremeyecek kadar derinde…