Paralel evrenlerin herhangi birinde, kim olduğunu anımsayamadığım yakışıklı bir abla konuya girdi. Bilirsin, bazı sesler sessizliği çok feci yırtarlar. Arkadaşımız gerçeğin ne olduğunu bilmek istiyordu. Topluluğumuzun tüm saykodelizmini bozmaya ant içmişcesine, çıldırırcasına, yalvarırcasına ve yarın yokmuş gibi sordu; neydi bu gerçek denilen şey?
Soru sormanın çelişkisi şudur ki; bütün cevaplar aynı derecede doğru ve aynı derecede yanlıştır. Havalı isimli filozofları, teorisyenleri ve komplo teoricisi abilerimizi ve onların bütün yırtınışlarını, yazılarını, konuşmalarını ve küfürlerini gözümün önünden beyin soğancığıma direkt akıttım. Anında "zonk!" ettim. Çünkü görememem için kör olmam bile yetmezdi. Çok açık, çok net ve çok basitti. İhtişamlı bir şekilde göz kapaklarımın içinden bana gülümsemişti. Sabretmenin verdiği kudretle harmanlanmıştı. Gerçek, 'ölüm'dü. Var olmuş, var olan ve var olacak her şeyin ardından gülümseyerek duracak ve bir tek o hatırlanacaktı. Ölüm, gerçeklikten bile fazlasıydı. Salt olandı. Bütün tartışmalar, tezler ve anti-tezler, teoriler, terimler, ara geçiş formları, ütopyalar, distopyalar, ilaçlar, uzaylar ve hatta zamanlar bile onun karşısında o kadar çaresizlerdi ki neredeyse bir deliyi bile ağlatabilirdi. Hepsi öldü ve hepsi ölecek. Bütün o insanlar öldü. Şairler bile öldü. Bazıları ne kadar yaşıyor sayılırlardı bilemem ama yine de öldüler. Hepsi ona boyun eğdi ve öldü. Roma yıkıldı ve bir zamanlar Hitler hayattaydı. İhanetin ardından Brütüs'ün aklında kim bilir ne vardı? William Shakespeare, sergilenen oyunlardan para kazanmaktaydı fakat geçimini tefecilikle sağlardı. Van Gogh'un kestiği kulağı ve satamadığı tabloları gibi hikayeler yaşandı. Kurt Cobain, kafasına sıkmadan önce karısına aşıktı. Raskolnikov, elinde bir balta ile kapısını açtı.İhtilaller yaşandı. Gorbaçov başlı başına bir saçmalıktı. Hepsinin kesişiminde ise ölüm vardı. Hepimizin ortak mirası yine ölüm olacaktı.
"Boşuna düşünme abi, bulamazsın bunun cevabını." dedi Hayati.
Hayati iyi çocuktur, severim Hayati'yi.