Annemin dudakları titrer hep aklına babaannesi düşünce. Etraf sessizleşir, herkes önüne döner. Bu hiç kimsenin söz etmediği bir anma törenidir. Ben önüme dönmem, babaannemi anmadığımdan mı? Hayır! Ben annemin dudağıyla çenesinin arasındaki titremeye dönüşürüm. Büyükannem bir gözyaşı olur, düşer. Onunla annemin yüzündeki üzüntüde buluşurum. Bir insanı son gördüğün an, ne hüzünlüdür. Hele ki şimdi o insandan eser kalmadıysa ve çekip gidişler -mesela ölüm- sonsuza dek sürüyorsa.

Annem köyden dönüşte arabanın camından gördü en son babaannesini. Elini yanağına dayayarak ağlarken bir merdivenin başında, sene 2016, darbe zamanı. Benim aklım pek ermezdi o zaman lakin şimdi epey tecrübeliyim. Vedalardan herkes kadar haz etmiyorum. Köye vedalar; anneanneme, dedeme, aslında hiç ölmemiş ve damda oturuyor olan büyükanneme. Pidesini yemişiz ama köye gidince orada bizi karşılayacak gibi oturur olur, ben de hiç ses etmem. Mutluluk anlaşılan pek karın doyurmuyor bu zamanda, düşünmek de öyle. Mesela Tanrı'nın varlığını, evrendeki en son kara deliğin kendini imha edişini ve uzayın son ışık dalgası enerjisini tükettiği zaman bürüneceği yalnızlığı. Ben bunları hep gece düşünürüm. Uyuyana kadar ağırca bir yorgan beni korurken zihnim ayık olur. Durup dururken Nazım Hikmet gelir aklıma. "Boş bir ceviz gibi yuvarlanacak zifiri karanlıkta dünya." Nazım da ne zaman yazmış bu şiiri, ne şartlarda? Dün gökyüzüne baktım çoğu insan gibi. Başka bir gökyüzü görünce afalladım bir süre. Ellerimi gözlerime kavuşturdum ve ovuşturdum. Hava trafiği, araçlar, gelecek zaman ve benim çaresizce gökyüzünün rengini zihnime kazımam. Aklım eriyor artık hayatın işleyişine. Dalgaların tersine kulaç atmazsan ilerleyemezsin. Kaos olmadan olmaz, her şey düzensizliğe itaat eder. Ve insan, varlığının ne kadar küçük olduğunu fark edince hayrete düşer.