İnsan olmanın gerektirdiklerini yerine getirmekten kaçınıyoruz. Yaşarmayan gözlerle bir ömür heba ediyoruz.


Kaçıyoruz acıdan, sevgiden, insanlardan...

Korkuyoruz hemhâl olmaktan, hayal etmekten, yalnız kalmaktan...

Utanıyoruz ağlamaktan, özür dilemekten, göz göze gelmekten...


Güvenden yoksunuz ama herkesin güvenmesini bekliyoruz. Kendimizi garantiye almadan attığımız adımları bir kayıp olarak görmekten adım atmaya korkar olduk belki de. İnandığımız ve kalbimizin bir parçasını emanet ettiğimiz şeylerin peşinden koşmadıkça hep bir şeyler eksik kalacak.


Bizi içimize baktıracak her şey bir öcü, bir ayıp artık. İnsanı hayvandan ayıran her şeyden mahrum bırakıyoruz kendimizi.


Bir yapbozun eksik parçalarını gözlerimizi kısarak tamamlamaya çalışıyoruz. İnsanın hayvana doğru olan evrimini hızlandırıyoruz. Bazılarımızın daha eşit olacağı şekilde!


Görmezden geldiğimiz her parça görünür bir yara açıyor gönlümüzde. Zaman geçtikçe eriyen sadece Dali'nin saatleri değil ruhumuzun kökleri de oluyor. Ve bu fiziksel değil kimyasal bir değişim.


Aynı tencere içindeki herkes eriyince de kimse bir olağan dışılık hissetmiyor. Süregelen dile gelmiyor, gelse de en sevdiğimiz oyunu, kaderciliği oynuyoruz.