“Erkin, şu yıldızlara uzanıp kafamızı gömsek ışıltılara, parlasak deli gibi sen şarkını söylerken ben de bir nebze özel hissetsem, çok yalnızım çok değersiz.”

“Değilsin.”

“Öyleyim öyle, kibarlık yapma, ne kadar özelsin, sirius gibi… en parlak yıldız, kimse yokken sen vardın, rock müziğin babası sensin dostum, herkese ışık oldun, yol oldun, doğuya da batıya da hep birden yoldaş oldun. 


“Sirius öldü.”

“Ölsün, o yine de parlar, yıldızlar bazen bir süre güneşin ardına saklanır. Bir nevi inziva gibi düşün. Sonra yeniden ama daha güçlü parlar, içimize dolar parlaklığı. 

“ O yüzden mi öldükten sonra anlıyoruz ölenlerin değerini, bu sonradan çoğalan ışık sayesinde mi?’

“ Düşünme bunları, her canlı ölür, ardında bıraktıklarına da ölmeden değerimi bilseydiniz demez, bu bir sanatçıysa, eserlerini miras diye bütün bir topluma bırakmışsa varsın ölsün, eserleriyle var olacaktır.”

“ Dayanamıyorum sevdiğim insanların aniden yok olmasına, bir gün aniden öldü haberine. Düne kadar değerliydim, onunla, ışığıyla aydınlanıyordum. Şimdi öldü, öldü diyorum, boşver diyorsun.”

“ Ölüme meydan okur da onu olduğunca kabullenmezsek her bir ölümle biraz daha bükülür en son dibe çökeriz. Bizler, yaradılış itibariyle kendi kendini tedavi eden güçlü varlıklarız. Anılara tutun ve bana biraz ondan bahset.”



Erkin, 1941 yılında İstanbul’un Kadıköy ilçesinde dünyaya geldi. Hani şu karşı kıyıdan fark edilip karşı kıyı bu kadar güzelken orada yaşadıkları için “körler ülkesi” dedikleri eski adıyla Kalkedon yani Kadıköy… Bağdat caddesi, Moda sahili, Haydarpaşa garıyla bezenmiş güzel Kadıköy’e körler ülkesi demek pek amiyane bir tabir olmuş değil mi? Her neyse Erkin, güzel ruhunu kentin o zamanlar henüz değişmeyen çehresinden almış olsa gerek. Doğu batı sentezini de belki bu kentle ruhuna kazandırdı, kim bilir. Anadolu yakası, Anadolu rock… O ki kimseye benzemeyen kendine özgü bir sanatçıydı her daim. Bu özgünlüğüne rağmen sektördeki diğer kaliteli sanatçılar gibi geçim sıkıntısıyla boğuşmuş yine de müziği bir an bırakmayı düşünmemiş. Belki de müziği yaşam biçimi olarak gördüğünden başka ne yapacağını bilememiş. Yenilikçi, sentezci, sıra dışı şarkı sözleri, uzun saçları, özgün kıyafetleri nedeniyle TRT tarafından dışlanmış bir sanatçı olması ne acı değil mi? Oysa o vatanına bağlı, milliyetçi yönleriyle de bilinen bir sanatçıydı. Belki biraz da devletçi ama devlet televizyonu tarafından dışlanıyor. Ne acı. Bütün bunların yanı sıra herkesin ütopik gördüğü bir gerçeği de hayata geçirdi, örnekleri çok az görülen o şey… Kızı Damla’yı Türkiye’deki eğitim sistemini beğenmediği için okuldan alıp eğitimini evde kendi imkanlarıyla verdi. İşte böylesine cesur, parçalarıyla tarzıyla çığır açan Erkin, uzun süredir yaşadığı Toronto şehrinde ışığını gizledi ve gökyüzüne çekildi. Ruhu şad olsun.”