Tatlı bir günaydın bana çok muydu?

Kargaların kavga sesiyle uyandığımdan, alengirli bir gün geçireceğimi o an anlamıştım. Bazen olur öyle. Sabahın o talihsiz enerjisi gece yastık yüzü görene dek devam eder. Neyse dedim güne, vira bismillah. Elim her zamanki gibi telefona gitti. Biraz felaket haberi okur-ki ülkemizde ondan bol ne var-ritme devam ederim dedim.


Demez olaydım. Gerçi gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Remzi'nin beş mesaj on cevapsız aramasıyla karşılaştıktan sonra off Remzi yine ne haltlar çevirdin diyerek baktım mesajlarına. Zira Remzi'nin başı sıklıkla belaya girer ve benim başıma kalırdı. Ne yapalım çocukluk arkadaşlığı da böyle. Atsan atılmıyor satsan kimse almıyor.

Anladığım Remzi gece bir kulübe eğlenmeye gitmiş. Nasıl eğlendiyse artık oraları muamma, sabahın 4 ünde soyup dımdızlak sokağa bırakmışlar. Bu adam hiç uslanmıyor. Yetiş Osman beni taksiyle aldır diye mesaj atmış. Allah'tan telefonumun sesi kısıktı - ki bunu bana öğretenlerden biridir - ucuz atlatmışım. Uykumun en tatlı yerinde beni uyandıracakmış deyyus. Mecburen aradım.


-Noldu Remzi?

-Sabah kahvemi içiyorum.

-Gece fellik fellik beni aramışsın şimdi sabah kahveni mi içiyorsun paşam?

-Aradım da sanki ulaşabildim. Aramın bozuk olduğu manitalardan birine yazdım, hikayeme de inandırdım da başımı sokacak bir ev buldum. Yav ne varsa kadınlarda var. Sana kalsak ooo, beni kimbilir nerelerden toplardın?

-Sen nasıl bir pişkinsin ha Remzi?

-Onu bunu bırak da tam soyguncu bir yere düşmüşüm. İki kadeh viski ile biraz çikolataya tam beş bin lira hesap çıkardılar. Bende verecek göz var mı? Hemen itiraz ettim.

-Sonra noldu?

-Elinin körü oldu, ne olacak on tane adam ağzımı yüzümü dağıttılar.

-Bir atasözü var bildin mi? Keçi bilmediği otu yerse karnı ağrırmış. Ne işin var bilmediğin mekânlarda? Hem de yalnız başına. Sana ders olsun diyeceğim de sende o meşrep yok

-Onu bunu boşver de biraz borç verebilir misin? Ha çocukluğumun en güzel mirası?

-Hep bu durumlarda aklına düşer çocukluğumuz ve bir şekilde araya sokuşturursun!

-Ama sende beni kırmazsın Osman'ım:)


Konuşmamız devam etti ve bir binlik ile Remzi belasını başımdan savdım. Ama sabah saati çok pahalıya mal olmuştu. Neyse dedim bende bir kahve içeyim aç karnına, bir Remzi kadar keyfimiz olmasın mıydı?


Niyet etmiştim bir kere günü güzelleştirmeye.

Kendime yaptığım iyilikten sonra duşa girip dışarıya çıkacaktım. Nereden bilirdim musluğun bozulduğunu? Cayır cayır yanarak anadan üryan koşmaya başladım evin içinde. Sonra biraz soğuk su için mutfak musluğunun altına girmeye çalıştım. Ah kamera çekse dibine kadar gülünürdü bu halime. Acı acı bağırarak kremler sürdümse de geçmedi ateşi. Neden benim başıma geliyordu bu işler? Beddua çemberinin içine mi düşmüştüm ne olmuştum?


Sızlanarak hastaneye yollandım. Yalnızlık zor işti. Remzi'yi aradım ama açmadı, çocukluğumun belası. Benim Remzi gibi yedeklerim de yoktu. Mecburen tek başınaydım. Tek başınaydım da, aman Allahım o hemşirenin gözleri de neydi öyle? Yeminle tüm acımı unuttum, ama hemşire benimle ilgilensin diye numaradan devam ettim. Şöyle yalnızım böyle canım acıyor diyerek çağırıp durdum hemşireyi. Yani Seher'i. Adını da öğrenmiştim. Neredeyse haşlandığıma sevinecektim. Birinci derece yanık oluşmuştu. Ama hiç mühim değildi. Daha bunun günlerce pansumanı vardı. O ara Remzi geldi. Artık ona ihtiyacım yoktu, Seher vardı. Remzi hemen anladı durumu.


-Yandığın iyi olmuş. Her şerde bir hayır var derlerdi ya şimdi inandım.

-Sus Remzi sus.

-Yalnızlıktan kurtulursun belki.

-Sen geç dalganı her yerim yanıyor.

-Valla halime şükrettim. Benim param gitti. E biraz dayak da yedim, ama yanmak başka şey dostum.

-Tamam Remzi, hadi beni yalnız bırak ihtiyacım olursa ararım.


Remzi'yi gönderdim. Lakin çıkış saatim gelince Seher'in parmağında yüzüğü olduğunu gördüm. İşte o an başka bir kaynar su daha döküldü başımdan. Evli miydi nişanlı mıydı, yüzük sağ da mıydı sol da mıydı derken iyi akşamlar vedasıyla kendime geldim. Yoksa acımı hatırlayıp kendimden mi geçtim bilemiyorum. Ne ara akşam saati olmuştu? Şimdi canımın acısı bastıkça basıyordu. Çok yalnızım diyerek çocukluğuma gitti elim. Remzi neredesin? Gel beni al dostum dedim. Acı yetmez gibi şimdi kedere de bağlamıştım.


Neyse Remzi geldi ve biz eve gittik. Uyuyana kadar yüzük sağ da mıydı sol da mıydı diye düşünüp durduk. Sonuçta ne fark ederdi? Kızın kalbi doluysa neye yarardı? Acaba kalbi gerçekten dolu muydu? Kargalarla uyanmam, Remzi'nin beni söğüşleyişi, cayır cayır yanmam ve Seher ile karşılaşmam! Bunlar bana evrenden mesaj mıydı? Talihsiz miydim yoksa bu benim talihim miydi? Offf uff diye diye ertesi günün pansumanın hayalini kurmaya çalıştım. Kargayla başlayan günü acı içinde kıvranarak bitiriyordum. Ama aklımda Seher vardı. Belki de ümitsiz bir aşka kapılmama ramak vardı. Oğlum Osman esaslı bir yalnızlıktan daha iyi değil miydi?