''Çalışmak özgürleştirir ama sadece eşekleri.''

İşe başlamıştım, hayatımın son yıllarındaki en önemli gelişme ve bir ilkti. Hayatımda ilk kez çalışıyordum. Sabahları 6'da kalkıyor, elimi yüzümü yıkamadan kahvemi ve sigaramı içiyor, sonra dünden ne var ise boşaltıyor, kıçımı siliyor ve en son elimi yüzümü yıkıyordum. Gözlerim yarı açık, yarı kapalı, bugün de uyandığıma küfür eder halde kahve fincanının yerini bulmaya çalışıyordum. Tek düşündüğüm bir an önce yatağa geri dönüp yüzümü yumuşacık yastığa koyup deliksiz bir uyku çekmekti. Bunun yerine üstümü başımı değiştiriyor, çoğunlukla kurumsal bir şekilde giyiniyor (kurumsal tam olarak ne demekse) ve yola koyuluyordum. 2 senedir kesmediğim sakalımı bile kesmiştim, bunu benden onlar istememişti, yeni gelişmeler ve başlangıçlarda dış görünüşümde değişiklik yapmayı severim. Her maktulü için ayrı kostüm giyen bir seri katil gibi. Olur da iştekilerle tartışırsam ya da onları sevmez isem kolayca küfür edip çıkıp gidebileyim ve bir daha hatırlanmayayım diye yapıyordum. Yolda ağzımda sigara ile yürürken iş yerinden birinin gelip ''Sen bize küfür eden şerefsizsin.'' deyip gecemi veya günümü mahvetmesini hiç istemem. Sakallarımı işte bu yüzden kesmiştim, birilerinin canını sıkacaksan bir daha senin canını sıkamayacakları kadar farklı gözükmelisin.

Fabrikada çalışıyordum, gerçekten üretimin yapıldığı bir fabrikada. Fabrika serbest bölgedeydi, vergi alınmıyordu, yurt içine de satış yapılmıyordu. Her sabah gümrükten bin bir kontrolle geçmek zorundaydık. Sabahın 8'inde güneş tam tepemizden vuruyor ve ayaklarımızın altına kadar terliyorduk. Yaklaşık 15 dk. yürüyordum ve yaşadığım şehir nemi ve sıcağı ile ünlüydü. Başta alnınız terliyor, tuzlu teriniz şakaklardan tam açamadığınız gözlerinize geliyor, birkaç damlasını gözünüze kaçırıp sıcaktan kızarmış yanağınıza doğru ilerliyor. Sonra kafanızın arkasından tam ense kökünüze ıslaklık yayılıyor, sırtınızdan aşağı iniyor ve göt çizginizden içeri doğru insanı sıcaktan ve yaşamaktan nefret ettiren, iğrenç bir ıslaklık akmaya devam ediyor. Her sabah ve akşam iş çıkışı bunları yaşıyordum. Cehennem gibiydi, sıcak tüm hücrelerinden su fışkırtıyor, sivilceleriniz patlıyor, ayağınızdaki mantar daha da kaşınıyor, ve tüm kıl kökleriniz iğrenç bir ıslaklık ile içeriye doğru dönmeye çalışıyordu. Kurtuluş yoktu, her sabah bunu ya çekecektim ya da lanet olası güneşin tersten doğmasını bekleyecektim. İki türlü de kıyametti.

İş yerindeki insanları seviyordum, hepsi aynı dertlerden muzdaripti. Başımdaki herif, ince yapılı ortalamaya göre uzun, çok sigara içen titiz ve biraz da kolpa bir adamdı, sürekli çalışırken ya inliyor ya da ofluyordu. Yanındaki benimle ilgilenmemesi gereken ama kendisi ne hikmetse kendisini benim efendim zanneden ise, renkli gözlü, biraz daha ortalama fizikli, özgüvenli ve öğretici küstahlardandı. Yine de seviyordum onları, büyük ihtimalle birbirimizden nefret ediyor, çay sigara zamanlarında futboldan ve işten konuşuyor, geri kalan zamanlarda ise aynı dertten sıkıntılı olduğumuz için konuşmadan anlaşıyorduk. Hepimiz yaşamaktan nefret ediyorduk, bazılarımız çalışmayı seviyordu, kendilerini oyalıyordu, bu kimseler benden de daha çok hayattan nefret ediyordu. Benim hayatla birebir bir sıkıntım yoktu, yaşamaktan doyasıya keyif alıyordum. Yaşamın zorunlukları ile bir derdim vardı, sürekli çalışmam gerektiği gerçeğini kabul edemiyordum. 50 sene ya da 60 sene, ister arabam olsun ister helikopterim, sabahın köründe bir zorunluluktan dolayı güzel yatağımdan kalkıp, anlamı olmayan bir yere, anlamı olmayan işler yapmaya gitmekten nefret ediyordum. Herkes dursa bu dünyanın hala döneceğini düşünüyordum. Tüm gün evde kasıklarımı kaşıyıp taşaklarımla oynamayı yeğlerdim. Bunu ailemle paylaştım, ve bana para kazanınca bundan keyif alacağımı söylediler. Ben de onlara Avrupa'daki şımarık piçlerin neden işsizlik maaşı alıp yattıklarını çok iyi anladığımı söyledim. Hiçbir şey yapmamak ve para almak; bir şeyler yapıp (genelde anlamsız) biraz daha fazla para almaktan daha iyiydi. Her sabah uyandığımda midem bulanıyordu, her gün hiç tanımadığım birisi tarafından s*kilmek hoşuma gitmiyordu. Sonunda para da olsa (ki kendimi yol kenarında bekleyen 40 yaşındaki bir fahişenin fiyatından farksız görüyorum) beni s*kmeleri için önce bir yemeğe götürmeleri gerektiğini, mümkünse birkaç güzel sözü ve en önemlisi biraz öpülüp yalanmayı hak ediyordum. Çalışmayı öven herkes ise para kazanınca bun zorlukların geçeceğini, emek vermenin hoş olduğunu, hatta çalışmanın akıl sağlığını koruduğunu ve özgürleştiğini söylüyorlardı. Bunların hepsi bana bir yerden tanıdık geliyordu. Tüm eski sevgililerime dediğim gibi hayatım, lütfen akışına bırakalım, zamanla ne olacağımız belli olur, belki sen beni sevmezsin... Hepsine aynı yalan, en sonunda mide bulantısı nefret ve gözyaşı ile kalıyorlardı. Ben de kendimi böyle hissediyordum ki en azından ben güzel yerlere götürüp güzel sözler söylüyordum. 

Hem ne kadar para insanı özgürleştirebilirdi, ne kadar çalışarak ne kadar para kazanılabilirdi? Evet çalışmak insanı zenginleştirebilir, insana istediği güzel şeyleri getirebilir ama ne kadar çalışmak. Çok çalışıp çok para kazanan bir patron tanımıştım, alamayacağı hiçbir şey yoktu, ama parasını harcayacak zamanı bile yoktu. Bu adama özgür demek çok büyük bir yalandı. Eşek gibi çalışıyordu ve deli para getiriyordu, geriye kalan zamanda ise özgürdü ama geriye zamanı kalmıyordu. Ki zaman kalsa bile var olanları kaybetmemek için delice düşünmek zorundaydı. Bir eşek gibiydi, sahibi mal taşıdığı sürece en iyi yemi yiyor, en iyi ağacın gölgesinde dinleniyordu. Sahibi bazen eşeği okşuyor ve onun yaşaması için her şeyi yapıyordu. Eşek her şeye sahipti, daha çok çalışıyor, daha çok kazanıyordu. Eşek özgür müydü? Kesinlikle... Bir fabrikatörden, bir kraldan, bir patrondan, bir çalışandan daha özgürdü eşek. Çünkü işi bitince kıçını devirip uyuyabiliyor ve yarın için endişelenmesi gereken hiçbir şey olmuyordu. Canı çok sıkılınca çiftesini atıp yoluna devam edebiliyordu. Başına bir şey gelmemesi için kılığını değiştirmesine gerek yoktu. Eşek özgürdü, eşek çalışıyordu da. Eşek çalışması zorunluğu olduğu için değil, kendisini özgürleştiği için çalışıyordu. Evet, çalışmak özgürleştirirdi ama sadece eşekleri!