Herkese selamlar!


Sanatçıların eserlerine bir imza bırakmaları hayatın en olağan durumlarından biridir. Fakat eserine adeta bir imza gibi silüetini bırakmak? Kabul edelim, çok güzel bir hareket. Bugün bu güzel hareketin sahibini ve bahsi geçen eserini toparladığım bilgiler dahilinde konuşacağız. THE ARNOLFİNİ WEDDİNG - Jan van Eyck


Sizi Jan van Eyck ile başbaşa bırakıyorum. Keyifli okumalar.


Jan van Eyck, 1385-1390 yılları arasında Hollanda’nın Maaseyck şehrinde doğduğu tahmin edilen ünlü bir Flaman ressamdır.

Sanatçı önce 1422-1424 yılları arasında Bavyera’da John ile akabinde 1425-1441 yılları arasında Burgonya Dükü Good Philip ile birlikte saray ressamı olarak çalışmıştır. Bu dönemlerin önemi ise şu şekildedir: prestijli yerlerde çalışması düzenli bir maaşı olmasını sağlamış ve bu sayede belirli bir sanatsal bağımsızlık kazanmıştır.

O dönemlerde sanatçılar, renkleri kullanırken bitkiler ya da minerallerden kendi boyalarını yapmak zorundalarmış ve istenen macun kıvamına ulaşmak için sıvı maddelerle karıştırmak gerekiyormuş. Kabul edersiniz ki bu, çok zor bir iş. Bağlayıcı sıvı madde olarak genellikle yumurta kullanılırmış. Bu şekilde yapılan malzemeye ‘tempera‘ denirmiş. Bu maddeden yapılan boyaların çabuk kuruması dezavantajmış, resmin üzerinde düzeltme ve değişiklik yapmayı, kısacası resme müdahale etmeyi zorlaştırıyormuş. Jan van Eyck ise yumurta yerine boyaya yağ katarak kullanmış. Zaten yağlı boyayı da onun keşfettiği kabul edilmekte.

Yumurta yerine yağ kullanması Jan van Eyck’ın daha yavaş ve hatasız çalışması için avantaj sağlıyordu. Çünkü içinde yağ olan boya maddesi daha geç kuruyordu.


Ressam eserlerinde dünyanın şiirsel yönünü yansıtmış, ışık ve uzay içindeki organik gerçeği ustaca dile getirmiştir ve mantıksal bir resim dünyası inşa etmiştir. Yağlı boyayı keşfetmesi bir yana, bir de Orta Çağ geleneklerinden ayrılan ilk ressamdır kendileri. Resimde ilk defa günlük hayata yer vermiştir. Doğa, kişiler, günlük ev eşyaları kusursuzca onun fırçasından eserine aktarılır.

Bu ilginç nesnellikle beraber Eyck’in eserleri, saf kurguları bağlamında da takdire şayandır. Sanatçı sık sık yanılsamalarla izleyiciyi şaşkına çevirmeyi amaçlamıştır. Şüphesiz, amacına da ulaşmıştır. Eserlerindeki boyalı aynalar, resmedilen alanın dışında, görünmeyen hayali olayları yansıtır. Eyck tablolarına belge niteliğinde imza atardı. Fakat bir eserinde imza atmaktan öteye geçmiş, adeta bir görgü tanığı gibi kendisini de esere dahil etmiş; "Jan van Eyck buradaydı" demiştir.


İşte, benim de son derece ilgimi çeken o tabloyu konuşma vakti geldi.


ARNOLFİNİ EVLENİYOR!


Enteriyör (oda içi resmi) olan yapıtı açıp beraber inceleyelim.

Eyck’in ayrıntılarla dolu sembolik eseri, anlamı hala tam olarak çözülememiş bir muamma olarak sanat tarihinde yerini almıştır.

Resimde görülen iki kişinin Flaman ülkesinin Brüj şehrinde yaşamış İtalyan tüccar Giovanni de Arrigo Arnolfini ve eşi Giovanna Cenami olduğu düşünülmüştür.

Eserde bir evlilik merasimi görülmektedir. El ele tutuşmuş figürler ise bu merasimin ana figürlerdir. Elini kaldırmış olan Givanni Arnolfini ise nikah kıyıldığı esnada yemin ettiği şeklinde yorumlanmaktadır.

İzleyicinin dikkatini çekecek şekilde çiftin arkasındaki duvara konumlandırılmıştır. Dışbükey ayna, arkamıza bakan bir göz gibidir adeta. Aynanın çevresinde yer alan yuvarlak küçük madalyonlarda İsa’nın Çilesi’nden görüntüler bulunmaktadır. Solda, Giovanni tarafındaki madalyonlar İsa’nın hayatta olduğu ve Kudüs’e gelişinden, çarmıha gerilişine kadar olan hikayeleri betimlemektedir. Yine Costanza tarafındakiler ise İsa’nın ölümü, dirilişi ve gökyüzüne yükselişine dair hikayeleri içermektedir.

Dikkatli bakılırsa aynadaki yansımada gelin ve damat dışında, izleyicinin gerisinde kaldığı düşünülen iki ayrı kişinin de varlığı görülecektir. Mavi ve kırmızı renkli kıyafetleri ile seçilen bu kişilerin, evlilik yemini eden çiftin nikahını kıyan ve şahitlik eden kişiler olması olasıdır.

Aynanın hemen üstünde Latince "Johannes de eyck fuit hic 1434" yazmaktadır. 

"Jan van Eyck buradaydı 1434", diyerek eseri simgesel bir tablodan çok daha fazlasına dönüştürmüştür.

Bu ibare, şahitlerden birinin Eyck’in bizzat kendisi olduğu düşüncesini güçlendirmektedir. Dolayısıyla çiftin o dönemde evlendikleri ve Eyck’in de fırçası ile olaya şahitlik etmesini istedikleri düşünülmektedir.

Eserdeki Arnolfini’nin, Cenami’nin kalbini işaret eden açılmış avuç içi ve Cenami’nin de Arnolfini’nin açılmış olan bu eline yönelmiş bakışları, dişil-eril figürler arasındaki bağa işaret etmektedir.

Erkek figüre yakın olan dua tespihi damadın kabul işareti olarak algılanırken, gelinin başını hafifçe öne eğmesi ve geline yakın tarafta görünen yatak başlığı -ki bu doğumun koruyucu azizesi olarak bilinen Azize Margaret’in oyulmuş heykelciğidir- doğacak bir çocukla beraber mutlu bir evliliğin habercisidir.

Çiftin hemen önünde bir köpek durmaktadır. Günümüzde de sadakat ile özdeşleştirilen köpek, resimde evli çiftlerin arasındaki sadakate ve sevgiye dair bir metafordur. Köpeğin solunda yer alan takunyalar ile ortadaki koltuğun önünde yer alan kırmızı renkli terlikler ise gelin ve damadın törene olan saygısını gösterecek şekilde çıkarılmıştır.

Biraz yukarılara baktığımızda ise avizede yanan tek mum, dikkat çekmektedir. Bu mum hem geleneklerin bir gereği olarak düğünden önce damadın geline verdiği mum olarak düşünülmekte, hem de merasim sırasında Tanrı’nın da şahitliğini vurgulamak adına yandığı şeklinde yorumlanmaktadır. Kanaatimce ressam, avizede bulunan yedi mumla aynı zamanda Tevrat’ın ilk ayetlerindeki Yaratılış’ta bahsedilen yedi güne de bir atıfta bulunmuştur.


Bu senaryo ve yorumlamalar, her ne kadar resimde puzzle parçası gibi yerine oturmuş simgeler olsa da 1994’te ortaya çıkan yeni belgelerle geçerliliğini yitirmiştir. Fransız tarihçi Jacques Paviot’nun ortaya koyduğu kayıtlara göre, o dönemin Burgonya Dükü Arnolfini’ye düğünü sebebiyle 2 gümüş kupa hediye etmiştir. Fakat bu kayıtlara göre düğün, 1447 yılında yani ressamın ölümünden altı yıl sonra gerçekleşmiştir. Dolayısıyla artık eserin aslında Giovanni de Arrigo Arnolfini’yi değil, onun gibi Brüj’e yerleşmiş olan kuzeni Giovanni de Nicolao Arnolfini ve eşi Costanza Trenta’yı betimlediği anlaşılmıştır.

Costanza, ressamın eseri tamamladığı tarihten bir yıl önce ölmüştür. bu noktada eserin aslında bir evlilik belgeleme eseri değil, eşini anmak adına Giovanni tarafından Eyck’a sipariş edilmiş bir hatıra portresi olduğu düşünülmüştür. 

Şimdi resme bir de bu açıdan bakıp ayrıntıları yeniden yorumlayalım.

İlk olarak el ele tutuşmuş figürler ve elini kaldırmış olan Giovanni, aslında evlerine kabul ettikleri misafirleri karşılamaktadırlar. Aynadan yansıyan ve biri Eyck olan iki figürün de Arnolfiniler’e ziyarete gelen kişiler olduğu anlaşılmaktadır. Avize daha yakından incelenirse solda yanan mumun hemen karşısında yanıp tükenmiş, sönmüş bir mum daha görülecektir. Solda hala yanmakta olan mum, hayattaki Giovanni’nin üzerinde ve sağda sönmüş olan mum ise hayatını kaybetmiş olan Costanza’nın üzerindedir.

Öte yandan gösterişli şapkası ve koyu renkli giysisi ile adamın, pahalı renkli kumaşlardan kürk ve dantel ayrıntıları ile süslü elbisesi ve özenli toplanmış saçı ile kadının görünümleri bu figürlerin üst sınıfa ait olduğunu yansıtmaktadır. Arnolfini için seçilen renkler saygıdeğer kişiliğine, statüsüne vurgu yapar. Öte yandan İtalya’da evlilik törenlerinde giyilen ve “chlamys-crosina” olarak tabir edilen Arnolfini’nin mor cübbesi, rengin içindeki ateşi dolayısıyla eril prensibi ifade eder.

Öte yandan Flaman ülkesinde misafirlerin ağırlandığı kabul odalarının bir geleneği olan görkemli kırmızı yatak, solda yer almaktadır ve bu da gelir seviyesinin belirli bir düzeyin üstünde olduğunu gösterecek şekildedir. Yine doğu işi halı, Arnolfini’nin ticaretle uğraştığını gösteren ithal bir eşyadır. Pencere pervazında gördüğümüz portakallar ise o dönemde Kuzey Avrupa’da sadece varlıklı insanların evlerinde görülen lüks bir tüketimdir. Yine bu portakallar, Hesperidlerin bahçesindeki kutsal meyveye, Aphrodite’in hediyesi altın meyveye, cennetteki günah ağacına da gönderme yapar şekildedir.

Resimdeki konumlar ise asla bir tesadüf değildir. Giovanni evin dışına, pencereye doğru konumlandırılarak erkeğin dış dünya ile bağlantısı vurgulanırken eşinin odanın iç tarafında yer alması, kadının ev ile ilişkilendirilmiş olduğunu göstermektedir.


Resmi iki farklı açıdan incelemiş olduk. Peki, resimde sizi en çok şaşırtan nokta neydi?



Yazar: Ayşenur Akkuş