Sevgili Dostum:
Senin yüzünü görmeyeli çok oldu. Sesini duymayalı, eski günlerdeki gibi sohbet etmeyeli…
Hala aklımdasın. Hani insan bazen kendi kafasının içinde sohbet eder ya eski tanıdıkları ile, işte onun gibi bir şey vesile oldu bu mektubun yazılmasına. Sana eskiden çok şey yazar, gönderirdim. Ama uzun bir süredir ne ben yazıyorum, ne de sen okuyorsun. Fakat bugün içimden geldi, okumayacağını bilmeme rağmen geçtim masa başına.
Nasılsın? Hayat sana nasıl davranıyor? Her ne kadar geçmişte kavgalarımız ve kırgınlıklarımız olmuş olsa da iyi olduğunu düşünmek istiyorum. Umarım iyisindir. Biz bir zaman birbirimize çok benzerdik, hatırlıyor musun? Hatta bazen ağzımızdan aynı anda aynı cümleler çıkıverirdi. Ama zamanla ve hayatın akışı ile ikimiz de bir şekilde değiştik.
…ya da en azından senin değiştiğini söyleyebilirim. Ben ise…. Ben ise nedense günün sonunda hiçbir zaman özümü, kendimi kaybetmemişim gibi hissediyorum. Öz derken, o kadar eski bir öz ki bahsettiğim… sanırım senin beni en son hatırladığın halim gibiyim hala. Seninle en son konuştuğum, en son gördüğüm günden beri inan bana hayatımdan çok fazla insan geldi geçti.
Ama biliyor musun? Bütün bu insanlara rağmen ben hep kendimi aynı şekilde, aynı yerde buldum. Zamanla bazı şeyleri öğrendim tabii, toy hatalardan dolayı çok insan kaybettim. Ama günün sonunda ben hep az çok aynı kalıyormuşum.
Şimdi de tek başıma oturmuş, bunun iyi bir şey mi; yoksa kötü bir şey mi olduğunu düşünüyorum. Ama sanırım sonuç olarak iyi olduğuna karar verdim. Günün sonunda, her ne kadar acı verici şey ile karşılaşmışsam da, kendim olmakla gurur duyuyorum.
Sevgili dostum, kendim olmayı ve kendim olmak ile gelen hayal kırıklıklarının normal olduğunu kabullenmek çok zaman aldı. Yıllarca kendimle, kendi kalbim ile cebelleştim. Bir ara tamamen vazgeçmeyi denedim, ama bir çözüm değildi elbet. İşte o dönemde fark ettim ki insanın kendi kendisini hapsettiği yalnızlık, mümkün olabilecek en kötü, en çaresiz durummuş.
Sonsuz bir kuyuya atlamıştım sanki, tek başıma çıkmak imkansız gibi görünüyordu. Esasen tek başıma da çıkmadım. Birisi bana yardım etti. Nasıl birisi ama, bir bilsen…
Önce vahşi bir hayvan gibi uzatılan yardım elini kokladım. Güvenebileceğimi fark edince de yardım etmesine izin verdim. Bir sürü güzel şey yaşadık, bazı şeylere tekrar inanmaya başlamıştım. Tamamen kendin olmak, içinden ne geliyor ise yapmak ne kadar güzel bir duyguymuş aslında dostum. Bu insan sayesinde bunu öğrendim ben.
Lakin, tam her şey rayına oturmuş derken, gene bir hayal kırıklığı ile karşılaştım. Bu sefer “yıkıldım” desem gerçek hislerim yanında çok sönük kalacak sanırım. Ben bütün kartlarımı önüme açmıştım başlangıçta, şimdi ise önümdeki boş masa ile bakışıyordum. Elimde bir koca desteyi geç, tek bir tane kart bile yoktu artık.
İşte tam burada sorular kafamın etrafında dolanmaya başladı dostum. Nerede yanlış yaptım? Neleri düzeltebilirdim? Suçlu muydum? Peki, tam olarak ne kadar suçluydum? Tam bu sıralarda aklımda, içlerinden en önemlisi olarak nitelendirebileceğim, bir soru belirdi:
“Pişman mıyım?”
Dostum, kendi kendime bir zamanlar bir söz vermiştim. Hayatımda ne yaparsam, ne adım atarsam atayım; içimden geleni yapacaktım. Çünkü fark ettim ki, hayatımda pişman olduğum tek zamanlar gönlümün sesini dinlemediğim zamanlarmış.
O yüzden, kalp kırıklarına rağmen hep kendim olmayı seçtim. Ve şimdi de arkama bakınca pişmanlık duymadığımı gördüm. Sonuç acı olsa ben son sözümü söylemiş, arkamda beni bağlayacak bir zincir bırakmamıştım. Aslında ne kadar özgürleştirici bir hismiş pişman olmamak…
Ve sanırım bir şeyler beklemediğim şekilde değişti, ben olgunlaştım dostum. Eskiden böyle içim kıpır kıpır olurdu, kelebekler uçardı karnımda, elim ayağım birbirine dolanırdı… Artık sadece acı tatlı bir gülümseme ile tepki verebiliyorum. İnsanlar yaşarken onları izleyince sadece o heyecanı görebiliyorum artık. Sanki bir yanım ölmüş de, mezar taşının başında öbür yanımı ağlarken hayal ediyorum bazen. Kendime kızıyorum, “nasıl bir çocuğu öldürebildin?” diye bağırıyorum. Ama nafile, iş işten geçti nasılsa...
Hayat son zamanlarda yavaşlamaya başladı dostum. Yaşlanıyorum sanki. Fazla insan ile konuşmayı tercih etmiyorum artık. Küçük şeyler mutluluk vermeye başladı. Sabah erken kalkmak, radyo dinlerken kahve içmek, yürüyüşe çıkmak... Kitap okumak, şiirler, mektuplar yazmak, sokak kedileri ile konuşmak, çiçeklerimi sulamak…
Bazen de böyle geceleri oturup düşünüyorum. Artık ne sana, ne de başka birisine karşı düşmanlık hissediyorum. Seninle sohbet ediyorum kendi zihnimde. Güzel zamanlarımızı hatırlıyorum. İçten içe mutlu oluyorum. Yatağıma yattığımda rahat rahat uykuya dalıyorum.
Ah sevgili dostum, bir yerden sonra oturuyorum, düşünüyorum ve fark ediyorum ki; yeni hiçbir şey yokmuş aslında.
Hem de uzun bir süredir yokmuş….
Kendine iyi bak. Görüşmek üzere….