Tekne ve Taka Dağları'nın arasındaki askeriyede kalıyordum o zamanlar.

Vadi gibi çok hoş bir yerdi, askeriye demeye bin şahit gerekir. Şafak otuz, ama o kadar umrumda değil ki, burası bana bir amaç verdi; ne zaman, ne yiyeceğim, ne yapacağım, hatta nasıl yapacağım bile söyleniyor. Boş ve işsiz durmaktansa burası gayet huzur verici.

Yaklaşık bir buçuk, iki kilometre ötede de komutanların ve ailelerinin kaldığı güzel bir lojman var. Onun da biraz soluna doğru Kangallı Köyü geliyor. Bundan üç dört ay önce tertiplerle beraber çarşı iznine çıkmıştım. Sabah sekiz civarlarında kışladan ayrıldık, yapacak çok bir şey yoktu zaten; köy merkeze uzak, sapa bir yerdeydi. Orada burada zaman öldürdükten sonra saat üçe geldiğinde diğer asker arkadaşlar gittiler. Bir ben kalmıştım Kangallı’da. Sağda solda gezerken köyün kafamda krokisini çizmiştim kolaylıkla, gözüm kapalı ne nerede söyleyebilirdim. Mevsim kış olduğundan güneş erkenden battı, yavaş yavaş askeriyeye doğru gitmem gerekiyordu. Sabah köyde yaptığımız kahvaltıdan beri başka bir şey yemediğimden acıkmıştım ve açık konuşayım, askeriyede yemek istemiyordum. Yolda giderken bulduğum ilk yere girdim. Köy kahvesinin sağındaki ikinci köşede ihtiyar bir adam kızıyla beraber seyyar dolmuş benzeri bir şeyde köfte ekmek satıyordu. Gayet sevecen, güler yüzlü insanlardı. Bir tabure çekip oturdum. Geciktirmeden de getirdiler yemeğimi. Adam yaklaşık elli beşli yaşlarında olsa, kızı da benden bir, bilemedin iki yaş büyük sayılabilirdi.

Yemeğimi bitirdikten sonra askeriyeye doğru yollandım. Güzel bir gün olmuştu benim için, arada bir böyle değişiklikler hoş geliyor insana. Önce köyden çıktım, köy Taka Dağı'na yakındı. Sonra lojmanın önünden geçtim, beş altı dakika sonrada askeriyeye varmıştım. Askeriye Tekne Dağı'ndan yanaydı. Üstümü değiştirip tertiplerle konuştum, bir iki bardak çay içtik. Üçüncü bardakta bir ağırlık çöktü üzerime, hepsini selamlayıp yatakhaneye gittim. Alabildiğine geniş bir yer olduğu için ranza yapmamışlardı. Otuz beş yatak vardı; ama şimdilik otuz dördü doluydu. Yüksek ihtimale haftaya boş olan yatağa yeni sahibi gelir.

Yatakta bir sağa bir sola dönüyor ama yine de uyuyamıyordum. Nedeninin ne olabileceğini düşünürken -çünkü yatak falan da rahatsız değildi, uyunmayacak derecede ses de yoktu- bir an köftecinin kızı geldi aklıma, ismini de sormamıştım. İhtiyarınki Servet’ti sanırım; çünkü dolmuşa benzer yerin üstünde çok yaratıcı bir şekilde Servet’in Yeri yazıyordu. Sabah nöbet olduğundan uyumam gerekiyordu, revire gidip yalvar yakar uyku hapı aldım.

İşte o günden bu güne dediğim gibi dört beş ay geçti. Kızın ismi Işık'mış. Şu an benim memleketteyiz ve çok iyi anlaşıyoruz. Devamını da diliyorum. Böyle birine az rastlanır gerçekten de.

Yıl 2039 bunları yazmamdan beri neredeyse on yıl geçmiş. Defteri de kolileri taşırken buldum. Işık'la yaklaşık dokuz yıldır evliyiz. Onu en az yirmi kişiyle aldatmışımdır. Bir hevesmiş, haberi yok, köfte ekmekle meşgul.