Hava buz gibiydi, kulübesinin sıcaklığını terk etmek ona zulüm gibi geliyordu, özellikle de ayın soluk yansımasından başka bir şey geceyi aydınlatmazken. Üstüne siyah paltosunu geçirdi eski bir dosta sarılmak gibi hissettirmişti ne manidar. Bu işi ilk yapışı değildi ama her seferinde zorlaşıyor gibi geliyordu. Kazmasını, küreğini aldı ve kapıyı araladı. İlk adımı tam da tahmin ettiği gibiydi, soğuk ama davetkar. İşini bu gece halletmesi lazımdı ne yarın ne de başka bir gün kabul edilemezdi. Çamura sürtmemesi için paltosunun eteklerini topladı ve cesede doğru ilerledi, yüzüne baktığında birlikte geçirdikleri çocukluk anıları tekrar canlandı, ''yarasa'' derdi arkadaşı ona, geceleri uyuyamadığından takılan bir başka lakaptı. Sahi seni ne zaman öldürmüştüm? Sonra anılar canlandı: Dinlenmeye en azından bir parça anlayış görmeye ihtiyacım olduğu günlerde beni görmezden geldiğin sefer miydi? Hatırlayamıyorum, belki de arkamdan konuştuğun gün ölmüştün. Cesedi omzuna aldı, zaten bu işi uzun süredir erteliyordu. Belki anlar veya yaptıklarından pişmandır diye fakat kendini kandıranlar arasında en zeki olanlardandı, kendini kandırmanın da bir sınırı vardı sonuçta. Çıkmasından korkarmış gibi onlarca metre kazdığı çukura koydu ve üstünü Dünya'nın narin örtüsüyle örtmeye başladı. Neredeyse en zor kısmı bitmişti bile, koca bir örtünün altındaydı artık, hem o hem de olanlar. Paltosunun cebindeki çakmağı çıkardı ve mezarın başına bıraktı. Birlikte içtikleri ilk sigarayı bu çakmakla yakmışlardı iki dost iki arkadaş oldukları o zamanlarda, sahi, bu ne zamandı? Neyse artık bir önemi yok. Senelerdir dolan mezarlığa şöyle bir göz attı, ölülerin ölü kalması gerektiğini düşünüyordu, yine de pek müşfik olmayan gecelerde ölüler anılarıyla gelebiliyor; bir ses, bir dokunuş ile yaşama dönebiliyorlardı. Çabucak bu düşüncelerden silkindi, hepsi yerli yerinde yatıyordu.