Pek Sevgili Kızım,


Sen ölmedin mi?


Dört bir yandan çekiştirdiler seni, zayıfça uzuvların kopmadı mı birbirinden? Cesedini atmadılar mı yol kenarına, kokunla rahatsızlık vermedin mi dünyaya? İçine içine damlattığın o yaşlarda boğulmadın mı? İçinden heves heves çıktığın o kafese başın önde dönmedin mi? Çok ağırdı başın, yere düşmedi mi?


Anlamama izin ver, oldukça şaşkınım. Senin yokluğundu benim var olabilmemin önkoşulu. Uyuyup uyandıysam, odamın kapısından dışarı bir adım attıysam, en azından bir alkış tufanı koptuysa adıma, senin yokluğundu asıl şartı. Dünya ikimize dardı, ben bu yüzden bayrağı alıp koşmadım mı durmaksızın? Varlığını inkâr edenlerin gözüne sokarcasına atmadım mı kahkahalarımı? Çarpıp çıktığım her kapıda gökyüzüne bakıp bir zafer tebessümü bırakmadım mı? Bu dünyadan bir sen geçti, ben bunu kanıtlamaya adamadım mı hayatımı?


Şimdi karşıma geçip de varlığını inkâr edenlerin elebaşı olduğumu nasıl söylersin? Vardın, zayıftın, kül oldun, ben doğdum. Anlamak zorundasın; varlığın tehdittir varlığıma! Artık yoksun.

Ne demekte bakışların, bu kin de neyin nesi? Hangi hakla? Koruyamadığın onurunu, bedenini, düşlerini, arzularını, inancını, sesini… Ben inşa ettim en baştan! Benim kıldım. Olmasaydın, olmazdım evet ama; olursan da olamam bundan böyle, affedesin.


Bir albüme hapsettim seni, parçalara ayırdım; beni bulacağını sandığın o otogara hiç gelmedim. Heyecanını ve umudunu anımsatan her simaya tükürdüm, geçtim. Bir deri bir kemiğe dönmüş ruhunu pamuklara sarmaladım, gizledim. Bedenin zaten parçalanmıştı, ben anılarını ateşe verdim. Kurda kuşa yem, bir yangına kül oldun. Canım kızım, inan bana, yoksun. N’olursun?


Efendim? Ne ilgisi var anlam veremediğim duygularımın? Gecenin bir vakti hışımla terk ettiğim evleri de nereden öğrendin? Uzatılan her ele attığım tokatların, zulme uğrayan zorbaları izlemekten duyduğum hazzın, iç çekişlerimi duyanlara beslediğim kinin bir manası olduğunu söylemen ne ahmakça! Hayır, yalnızca bana hitap etmiyor bazı şarkılar; dinlemeyişimin yegâne sebebi budur. Nedenini bilmediğim harlanmalarım, boşluğumdu yalnızca, fazla rüzgâr esti, geçti. Kalabalıklar da insan kirliliği, bulaşamam, temizleyemem, yetemem-


-Yetemem.


Yetemem.


Evet… Evet işte! Evet! Yetemem. Sürüne sürüne ilerledim, derime işlemiş çamurları temizleyemem.


Çok ücraydı düştüğün yerler, kalkmak kolay mıydı sanırsın? Ürkek bakışlarını örttüm, araladım sonrasında göz kapaklarımı. Uyuduğum en derin uykuydu; uyurken çok şey kaçırdım. Parça parça olmuştu uzuvların, topladım yol kenarlarından, bir araya getirdim, kaynasın diye bekledim. Son dirhem gücüm kaldı, bir yardım çağırdım, duyuramadım. Ne kadar geçti zaman, bilmiyorum. Kollarım kaynadı omuzlarıma; ayaklarım bacaklarıma, bacaklarım kalçama. Kalktım. Yürümeyi öğrettim kendime en baştan. Bir yürümeyi öğrenmek ki; o başka akşamların kahvesi.


Canım kızım; bilmez misin ki bütün, farklıdır parçalarından, fazladır. Akıttım ben seni derimden damla damla. Süzüldün, geçtin. Bir vedadır ki, tamamlanmayalı yıllar geçti.


Şimdi zamanıdır ah benim cânım, ölmen vakti.