eski sevgili, sinede, yaşam çizgisinin içinde açılıyormus gibiliği aşikar, uzunlamasına açılan bir yaradır. yarayı içinizde açanı nereye koyduğunuza göre uzunluğu değişen bir minvalde kanayacağı kadar kanar. günlerden iğne yaparsınız, gecelerden iplik, içinizi dikme işine verirsiniz kendinizi. ve yürürlükten kalkmış bir sözün peşine düşersiniz. "sevin ki her şey iyi olsun" dersiniz. kimse tarafından sevilmeden, önünüze gelenlerin arasından seçtiklerinize sevinerek, - eski sevgili ne(re)lerde ortaya çıkar, bilmeden - yaranızı dikme işine verirsiniz kendinizi. dikersiniz iyi kötü dikmesine ama bu sefer de yaranın sonradan kendinizi, belleğinizi temize çekmeye çalışarak başladığınız hijyenik aşklarla bile silinmeyen izi baki kalır. "her leke kendisiyle çıkar(mış)." anlarsınız. 

sonralarında o yarasal değeri çok olan iz ki, kendini, güzel neyiniz varsa bulup ona bulaştırır. her doğrulup ayağa kalkmaya dirayet ettiğinizde, hayatı daha yaşanılır kılmaya çalıştığınızda, otobüste en sevdiğiniz yeri kaptığınızda, `yalnızlık paylaşılmaz`' ı koklayarak okuduğunuzda, sabahın ilk buğulu çayında, o yeşil güzlerde ansızın salonun ortasından geçen bir vapurda martılarla yarıştığınızda, çorak bir tepenin üstünden, yalnızlık gibi uzanan, kusursuz düzlükte bir ovaya baktığınızda, içinizi kıydığı için kayıtlardan sildiğiniz bir nazan öncel şarkısını duyduğunuzda, onunla uyuduğunuzu hatırlattığı için kendi yatağınızı terkedip, kaldığınız sonbahar otellerinin boğuntulu odalarında, çarşaflarını griye çevirerek yattığınız yataklarda uyuduğunuz güzel ve uzun bir uykunun uyanışında, birbirine karşı duruş mesafeleri, dikene göre değişen kayısı ağaçları arasından geçerken, sizi, "ah ne güzel ahmak ıslatan gene üzerime yağıyor" diye sevindirerek başlayan bir yağmurda, aşkın sağlam olmayan geçmişinin temellerine rağmen yeni bir aşkçı sarsıntı aradığınızda, otobüs duraklarını, "bir aşk uçurum özlemidir, bırakıyorum öyleyse kendimi sesinin boşluğuna" sözleriyle donatarak bağır çağırlığınızda, rakıya boyanıp, anason kokulu cümleler kurarak, geleceği göstermek istemediğinden zembereği boşalmış bir saat gibi durmadan onda takılı kalacağını bilerek yazılar yazmaya çalıştığınızda, lise talebelerine bakarken, onu arayarak geçirdiğiniz gençliğinizi anımsadığınızda, aşkın radyoaktivitesine kapılarak, bir memnun oldum öldüren her yeni tanışmada, yani hayatın geçtiği kozmik zamanın gerisine, - hafıza defterlerinizdekilere benzeyen bir anı yaşayarak - bir adım atıp yaşamdan anlık sıyrıldığınız her anda gelip sizi bulur. "hani bensiz herşeyin yarımdı" der gibi güzelliğin(izin) tam ortasına oturur. 


o gelip oturduktan sonra, o güzel anlarınıza; "hayat güzelmiş, çiçek açarmış, dünya dönermiş, kuşlar uçarmış, falan filan. güneş doğarmış, gemiler geçermiş, yağmur yağarmış, utanmadan." cümlelerinin tarafına geçer, yola devam edersiniz. kendinizi hep böyle anlarda yeniden gelen, sizi, bir üvey anne şefkatiyle seven, siyah beyaz sonbahar günlerinin kucağına verirsiniz. onsuz geçen zamanlardan sonra anlarsınız. o olmadığı için, artık içinizde. aşkınız aslında olması gerektiği yerde. kalbinizde. kendi kendinize, içinizdeki aşkın soluk suretiyle, yitik bir aşkı yaşamaya başlarsınız. öğrenirsiniz, o hem yokken, hem de tam içinizdeyken tek başınalığı ve de tabi ki, yalnızlığı. . .


daha sonralarında, artık siz eski sevgilinizi ayrılık acısı kadar seviyorken, o her yeniden, - sizin içinizde yaşattığınız gibi değil de, - kendi benliğiyle geldiğinde. siz, "yeniden deneme telaşesi" tasarısını hayata sokma düşlerinde, gene döndereceğini bilerek kalbinizi kristalize günlerine, onun bir umutla, gözlerinde baharları beklerken, bu sefer de içinizdeki kış sizi vurur. kış hayatınızı, görüş açınızı fluya çevirir. erken açan baharlarınızı soldurur. o bilmez yüreğinizden sevdasına ne sular akmak ister, ne sular akmak ister durur . . .


ve eski sevgili, kalbin en güzel yerini parsellediği için, - parsellediği kısmını açık arttırmaya çıkartır da elinizde kalan son parçasını da başkalarına verir diye; - "insanın insana verebileceği en değerli şey yalnızlıktır" ona hiç bir zaman söylemezsiniz. çünkü söylerseniz eski sevgilinizi de kaybeder, yalnızlığa benzeyen o düz ovanın ortasında boy atmış bir ağaç gibi, sadece, bu yapış yapış hayattan kurtulmak için kendi kendinizi kendinizin gölgesinin altında serinleterek tamamen yalnız üşümek neymiş ? onu öğrenirsiniz. 


eski sevgilinizle, her eski sevgililer bayramında, olağanüstü bir şekilde oluşan her raslantısal karşılaşmada, o karşınızda, yaşadığınız tüm güzel anlar geçerken yüzünden, üstünkörü yaptığınız her konuşmada, diliniz içinizden geçenlere dolanır. içinizden konuşursunuz onunla, o karşınızdayken. ona; "yalnızlık, eski aşkımızın mührüdür. onu kırıp da seni anlatan bir şiir geçiremem içimden artık" dersiniz. ama o bunu bilmez. siz bu, yitirilmemesi gereken, telafisi zor, eski aşk masalinda, o bunu bilmediği için bir adım öndesinizdir ama o bunu bilmediği için önemsemez. 

ve her yeni yenilgiden sonra öğrenirsiniz;

esrikliği yaşanılana göre farklılık gösterse de, ne yaşarsanız yaşayın, hangi yanlışlığın dönemeçinden doğruya dönerseniz dönün, süreç içerisinde yasadığınız acı hep acı verir.

ve son olarak acının zemherisinden geçirip kendinizi, anlarsınız eski sevgili;

bir acıdan fazla bir şey değildir, olamaz da . . .


ama, tıpkı burada zamanlı zamansız olduğu gibi, yani her zamanki gibi, işçiliği yoran bir ilkbahar a(ş)kşamı iş çıkışı akla geldiği zamanki gibi, hala güzeldir, çok güzeldir eski sevgili hakkında konuşmak. 


gerçekte(n) de öyle değil midir ?