günaşırı yolculuklarda tuttuğum moristanbul çetelelerini...
mesela; üst geçitte karşılaştığım bir gün mendillerini...
bir gün tartılmayı satan küçük çocuğun gözlerini...
akşamüstü barbaros bulvarı üzerinden kız kulesinin denizaşırı el edişini...
tünel yokuşundaki asimetrik evlerin renkli vitrinlerini...
cihangir camii' nin önünden kentin panoramik görüntüsünün sihrini...
içinden tren geçen şehrin silüetini...
'bir taksim gecesi' nde çektirdiğin resmini...
geceden dışarıya vuran\taşan güzelliğini...
bu sene erguvanların neden daha bir solgun çiçekler verdiğini...
yoksun diye, akdeniz heykelinin beni usulcacık sevdiğini, üzülme dediğini...
onu da bana kuçak açmışken, başka yere götürdüklerini...
"`köprüden önce son çıkış`" tabelasının dayanılmaz cazibesini...
gecenin içerisinde birbirimizi kovaladığımız, aya irini' nin bin yıllık gölgelerini...
hayat içerisinden bunlar gibi yaşam perspektiflerini...
ruhlarımızın, ayrılığın içinde metaforik içiçe geçişlerini...
-"bana benden bahset" diyen `eski sevgili`m-
sana yazarak anlatmak isterdim...
ama yine yalnızlık izin vermedi...
kelimelerle arama girdi...
"dur deli misin?" dedi...
yaşadıklarını değil, düşlerini anlat ona...
yoksa dönüp de geçmişin için bakmaz sana...
belki de. insanın insana...
verebileceği en değerli şey yalnızlık(tır). anlamadın mı hala¿...
vereceksen birşey, beni ver, ellerinde düşlerin de kalmadıysa...
ben de yalnızlığımı yazmaya başladım sana...
ama anladım sonunda...
senaryolarımızı da...
kendimiz...
yaşayarak yazıyoruz her halükãrda...
-ve tabi ki yan(a)yana-...
ne yazıyla, ne yalnızlıkla...
ikisiyle de olmuyor aslında...
-eski- sevgili(m)...
yaşanmıyor bu şehirde tek başına...
-bu yitik aşkı sarmalamasan da...-
beni birazcık anlasana¿...