-------------------22.syf.-------------------
Yağmurlu akşamda, kitabın başında olduğundan dolayı henüz tanımadığım 2 adamın sokak lambasının düşürdüğü gölgelerine mıhlanıp kaldım. Bir an sanki yağmur ve bu gölgeler bana şunu hissettirdi: Sanki gölgelerin üzerinde biriken yağmur suyu, bu kişilerin yağmurla karaya vuran, içlerinde boğulmak için girilen derinlikleriydi. Sanki bu gölgelerin üzerinden yanlışlıkla geçen biri bu gölgelerin olduğu yerdeki su birikintileri içine bir kuyuya düşer gibi düşüp kaybolup gidermiş gibi hayal ettim.

-------------------82.syf.-------------------
Kucak açan bir papaz + arkasında kendisiyle simetrik duran haç ağaç + Tanrının yarattığı bu ağaç papaz tarafından haç şeklinde kesildi + simetrik görüntü, söyledikleri ve simetri kucaklayıcı duyguyu güçlendiriyor.

“Yolunu kaybetmekten korkuyorsan eğer ve Tanrından istersen bir çözüm; Tanrın sana kaybolcağın yollara girme gücü vermek dışında, ne yapabilir ki? Yolda kaybolmaktan ancak zamanla kaybolduğun yollardan kendine ulaşmayı öğrendikten sonra korkmazsın.”

-------------------35.syf.-------------------
“İçinde battığım su birikintisi, kendisindeki değil de kendimdeki derinliğe batıp boğulmak üzere olduğumu fark edince, gücüne gitti sanırım ya da kendisi de benim derinliğimin onunkini yutacağından korktu belki de; beni yüzeye tükürdü geri.”

Ayrıca Su ve insan vücudunun temasının; denize havuza girmenin, duş almanın küvette olmanın, yağmurda ıslanmanın… çok yoğun anlam taşıyan bir şey olduğunu düşünüyorum. Sırf şimdi aklımda gelen ve benim gibi bunu anlamlı bulan bazı filmleri yazmak istedim buraya: Blade Runner-Balde Runner:2049, Matrix 1-2-3, V for Vandetta…

-------------------36.syf.-------------------
Aynaya baktığımda; bazen aynı kişiyi, bazen kimse sayılmayacak bir hiç kimseyi, bazen o kadar çok kişi olduğundan bulanık yani belirsiz birisini, bazen aynaya kim olduğunu ararken baktığından tanınamaz biri, bazen öldürdüğüm eski benlerden birini veya birkaçını, bazen ölmekte olan birini, bazen öldürme boğuşması içinde olan eski ve arzu benlerini aynı anda… görüyorum. Merak ettiğim şey şu ki; acaba ben istiyorum diye mi yoksa ben istemediğimden ve dolayısıyla aslında gösterdiğimden dirençten mi dolayı görüyorum gördüğüm şeyleri ve istediğim şeyleri göremiyorum bu yüzden?

-------------------51+52.syf.-------------------
Ağaçların su üzerindeki yanısması ilk başta kahverengi betimlenirken sanki ağaçların kökleri hissi uyandırdı bende. Sonrasında ise suyun mavi renge bürünmesi ve kişinin su üzerindeki yansıması üzerinden su dalgalanması betimlemesi ise bende kişiliğin betimlemesi açısından farklı şeyler düşündürttü: “Bazen kendi yansımamı görüyorum fırtına sonrası durulmuş suda, ki bu su yansımamı var eden ruhum aslında ve bazen bir deniz, bazen bir nehir bazen bir yağmur su birikintisi… , ne zaman kendi yansımama dokunmak istesem aslında ruhuma temas ediyor ve kendi yansımamı dalgalandırıyor ve eğer su pisse o zaman; dalgalardan sonra bulanıklaşıyor kendi görüntüm, kendi yansımamam. Bu suyu arındırmadan pislikten, bunu yapmamalıyım ama bazen bekleyemiyorum ve bir şeyler yaşadıktan sonra kendimi görüp kendime dokunmak istiyorum…”

-------------------61.syf.-------------------
Tren sesinin harflerle olan betimlenişi, 2 boyutlu düzlemde, arabanın içinde bu harflerin geçirilerek bana tren sesinin rahatsızlık hissinin çok güçlü bir anlatımı olarak geçti.

-------------------86+91.syf.-------------------
Savaş zamanı, tuzak-strateji-kodlu iletişim? için içi boş mezarlar üzerinde bir ikindi uykusu. Bu bana biraz şunu hissettirdi: Sanki bu boş mezarlar, ölü bir şeyler bekliyor ve bu mezarlıkta boş mezarların üzerinde dalınılan ikindi uykusunda, rüyaları buraya gömülüyor. Rüyaları gerçekleşsin diye değil, niyesini açıkçasını düşünmedim.

Ya da belkide bu boş mezarların üstündeki ikindi uykusundan kalktığımızda; artık içimizde ölü kişileri, hisleri, hayalleri, düşünceleri… alır bizden bu mezarlar yani belki böyle bir büyüsü vardır ve artık biz o boş mezarların üzerindeki uykudan kalkıp gittimizde; belkide artık bu ölü şeylerin ızdırabından kurtuluz?

-------------------98.syf.-------------------
Birgün bir çocuk gördüm. Bir şey yapmıştı, eskiden benim de tıpkı onun gibi yaptığım ya da yapacağım herhangi bir şeyi. Topluma göre tasvip edilmeyen bir şeydi bu şey. Çocuk da bana baktı. Geçmişim, bu bakışta selam verdi bana. Niye bilmiyorum ama bu çocuk için güzel bir hisle doldum, hayır kendim için değil, hayır hayır bu çocukla hatırladığım çocukluğumdan dolayı değil, tam olarak yalnızca bu çocuk için…

Sonrasında şunu düşündüm: Ben, tıpkı onun gibiydim eskiden, öyle hissediyordum yani adım gibi biliyordum bunu. Ancak geriye dönüp baktığımda, o çocuktan sonra yerine binlerce ben gömdüm ve yerine yeni ben olarak geçtim. Ve şu anki ben; olduğum kişiye gelirken çokça hata yaptı ve pişmanlıkları oldu çokça. Bu çocuğa, her şeyi, yapması gereken veya yapmaması gereken her şeyi anlatmak istedim, göstermek istedim ona kendimi, korkmasın istedim en çok da… ben çok korktum ve hala da korkuyorum…

Ancak biliyorum ki, o çocuk da hata yapmalı, pişman olmalı ve en çok da korkmalı… yoksa kendimizde geriye kalacak bir “ben” nasıl inşa edilebilir ki?

-------------------162.syf.-------------------
Güneşin eğimli olduğu ikindin vakitlerinde, karanlığa yaklaştığımızdan (akşam ve gece yani) içim huzur dolsa da bu fotoğrafta beni güzel hissettiren şey yukarıdan bakışta, yola düşen ağaçların ardışık gölgelerinin ağaçlardan daha baskın bir anlamda olması. Aynı zamanda; hafif yaz esintili bir günde, ikindi vakti yolculuk ederken camdan içeri giren rüzgar rahatlatlatmışken, güneşin “ben kaçar canım” dermiş gibi tatlı tatlı ama bu ağaçlar yüzünden an an penceremden vurması…

-------------------174.syf.-------------------
bir koku + bir mekan + bir tat + bir esinti + bir göz kapanışı + bir dalış kendine… Bazen ne özlediğimi ve ne kadar özlediğimi, özlediğim şeye denk gelene kadar hiç fark etmiyorum. Bu çok huzurlu hissettiriyor çünkü bu özlem bana acı vermiyor

İşte o anların bazılarında; bir koku, bir tat, bir manzara, tenimdeki bir esinti, ter, yağmur damlasının süzülüşü…vb. bazı anlarda şunu düşünüyorum: Sanırım özlediğim şey, o hissin kendisi değil de o hissin aracılığıyla beni geçmişteki ben’e götürmesi sanırım. Bu hislerin sonunda gittiğim hatıralarımda şunu anlıyorum ki özlediğim şey hatıralar değil de artık olamayacağım, henüz kat etmediğim yolların bazılarının başında ayakta bekliyor oluşumu özlüyorum. Sonunu bildiğim ve artık geride bıraktığım yolların en başına geri dönmek ve “acaba?” demek… ama yol bir kere kat edildiyse, bir daha kat edilmez. Çünkü yolun içinde sakladığı asıl anlam; yolun kendisi değil o yolu henüz hiç bilmiyorken kat etmektir.

Bir yolu tekrar kat etmek istersem, muhakkak yapmam gereken kendimi kaybetmektir, ben’i öldürüp gömmek ve yeni bir ben olarak yerine geçmek gerek. Yol’un içindeki anlamı, “yolculuğa çıkan kişiyi kaybetmesi"nde saklıdır. Bir yolda; olduğumuz ben olarak ilk kez kaybolunmalı ya da olduğumuz kişiden kaybolup farklı bir ben olarak aynı yolda yeniden kaybolunmalı.. yolda ancak kaybolunmalı… ki yol bittiğinde artık biz yolda değil yol bizde olsun ve diğer yolların peşine düşebilelim.

-------------------133-144.syf.lar-------------------
Beni burada içine çeken şey şuydu: Diyalog her ne kadar “terk ediş sonrası tekrar karşılaşma, yargılanma ve infaz” içerse de; bu diyalogların kasabada/kırsalda yaşayan kadının bahçesinde genişçe, çamaşır ipleriye astığı beyaz örtülerin arasında, rüzgarla birlikte bu iki karakter arasında hareketlenen beyaz örtüleri ile arlarında birbirlerini bazen görüp bazen görmedikleri bir sahnenin yaratılışı aslıda.

Şunu düşündürdü sonradan bu sahne: “Onu gördüm, bahçesinde beyaz çarşafları asıyordu genişçe. Ona yaklaşmadan önce, aradan geçen onca yıldan sonra, onu terk ettiğim halinden farklı olan halini farklı açılardan görüp zihnimde onu en son gördüğüm terk ederkenki görüntüsünü gömmek istedim bu an’da. Ancak ben hareket ettikçe asılan beyaz çarşaflar, ona hizmet edermiş gibi, onun farklı açılarını zihnimdeki en son görüntüsü yerine koyacak süre kadar görmemi engelliyorlardı. Sanki onu terk ettiğim görüntüsünü yerine şu anki hali ile değiştirip gömmek için kat ettiğim bu anda, ben bu beyaz çarşaflar tarafından boğuluyordum. Bu beyaz çarşaflar dalga dalga beni yuturken kafamı can korkusu ile sudan çıkarıp geri dalgalara gömülerek sanki hızlı hızlı batıp çıkarak… bunun gibi kısa kısa görüyordum onu. Sonra bir el, okşar gibi dokundu omzuma… ve kulağıma yaklaşan tatlı bir ağızdan çıkan bir nefes, sanki yıllardır kaybettiğim ve arayıp uğruna zorlu kavgalar verdiğim ruhumu dünyanın en basit şeyiymiş gibi kulağımdan içeri üfledi… ve şu sözler: “Omnia mutantur, nihil interit” (her şey değişir, hiçbir şey kaybolmaz)