İnceldikçe esenler

Bu şiirin sonuna inenler

Gözleriyle kucaklaşabilir

ve

Virgülü bir güle değişebilirler

*


haybeye iş ciddiyetiyle 

ve

bırakmadan kelimelerin ağırlığını 

satırlar arasında tutup seni

azaltıp azalmadan 

ağırlığımızla sesleri

esiyoruz

-her yaz gecesine nispeten-



gördüğü her uçuşun

bir kanadını kırık düşleyenim

her düşüşe bir filizle tüneyen



kaldırıma yaslı saksılar yorgunluğu

topraksız ve değil bordo 

süt yeşilin ortasında deli mavi

şikayet haddinde değilim sevgili

mağrur hiç değil

yorgunum

uzuuunca bir bırakışla öleyazıyorum

benim yerime..

şiiri ve fesleğenleri..



bir sırtı öpmenin dizeleri tümleyen yanıydı

tuttum uykulu halini hanımeline serdim

ki ter basarak uyanırdı haziran

çörek otunun ağırlığıyla derdim

sadece anılar sonrası tozmaz

böyle böyledir

kırıntılarla ufalanan ekmek



herkes aynı bayatlığın sağırlığı

kırık bir kol

yarım bir ağız

raysız bir ‘tiren’ 

kör bir sevinç

boş bir vazo

hızla geçilmiş satırlar

-önemli konular üstünde ulu bir dağ-



Meşenin dumanına dalıp 

gitmek kadar yakın

Lilâ renginden kaçıp 

gelmek kadar uzak



yüzünün son gölgesi düşerken sormuştum kedere

yürümenin karşıt anlamı

-kırık bir heves atlasıyla boynunda-

durmak mıdır

koşmak mı 



çünkü

“yerde kalmak” 

basit düşüyor

“kalkamamak” yok dizelerde



-Bâ-

-Si-

-Te-

indirgeniyor

inceliyoruz kopacağımız yere



Zarafete vurulmak bir kere 

kanacağım kelimelere

düşünmenin seni çağrışımlar imgesi

bir sesi hep ceylan titrekliği

ve yarım bir aşkın değil

aşkı yarımlardan bir yarın büyütüyor

tökez bir sevdalığın alnında gün karası

bekleyensiz o köşe başı

hiç bile beklerdi ve beklerkendi bir sıfırı

tüm bu kargaşanın genzimdeki tozu



nasıl derler bilirsin - dedim n’asıl

niçin susarlar meçhûl

kırıntılarla yoğrulan sofra

İnceliğim

yalnız değil ki hayat;

bıldırcın ve helva diyorum

mercimek ve sarımsak söylüyorsun

rüzgârla sarışan orman

yumruğum sıkılı kaçtıklarım

neşemi gülle saçtıklarım 

birini düşünmeden geçilen satır

yalnız hayat değil ki 

hele sevmek

siyaha çaldığın yumrular kadar yürek

sevda da ince iştir

ince iştir bilmezden gelsen de

ince iştir 

İnce…



ben insanların en çok 

en çok ben insanların 

cam kırıklı yorgunluklarını



Gözleriydi her şeyiyle

yalanı ekleyene değin

boynuma döşeli hangi mayın çiçekleri

dudağının kaç merkebiyle geçemediğin

inceliyoruz işte 

umudun en kalını

en kalanıyla umudun 

sonlarda

ortasında

ve

ele

kalanıyla


İnceliğim benim


sayfalar ıslak

bulduğum kadarı kâfi

kandığım kadarıyla kâni

sırtına ağlanan şebboy hasleti

Âh ile tümsekse gecelere

dalında çürüyen vişne rengi

hepi topu bir salkımsöğüt esginsiz



böyle böyle geçiyor 

Senim

böyle böyle inceliyor

ufalanıyor kırıntılarla


***

kör kuşun kanatları

mayası ekşi ekmek

kor demir

geçtiğin su

Âziz’in hükkâmı

kör kurşunun dağladıklarıyla

***



Bu şiirin sonuna gelenler

Kabuklarıyla konuşurken

Gözleriyle vedalaşabilir

ve bir gülü virgüle soldurabilirler





duygusallaştırmadan duruyorum öyle

ufalanmaya çalıştığım bir taş buluyorum

.derdimi.deşecek.kadar.şiir.tutuyorum.

hevesleri gömecek kadar hayâlin

Göğsümün ufkuyla koca bir umman demliyorum

tuzlu mürekkep kokusu

ayrı seviyorum

anla üzüntülerimi

sadeliğim - bu yaz bitimleri


dağ güneşinin eridiği bağlarda

ölüm bozumları yutkunuyorum


böyle böyle işte

ufalandığımı götür benim


estikçe

terinle

saçınla

omzundaki mısralarla

tut beni rüzgardan

düşür bazenleri hatrına


İnceliğim benim







Mirza Şâmil.

7Temmuz'24




atlattığı

saplandığı

aklandığı

battığı

bütün

badirelere kimi fısıldıyor

ne zor

ne zor


Bir şiirin sonunun olmadığını bilenler

bitemez

ve

beklerler

ne zor

ne zor



ufalandıkça bilenen

estikçe incelenler

ne de zor

ne de zor

...