Hayat avuçlarımda bir suydu, parmaklarım sımsıkı kapalı. Neden yaptığımı hiç düşünmedim. Tutunuyorum, oysa yarınlar alacalı. O kadar kenetlenmiş ki parmaklarım; derim iğne, kemiklerim iplik. Sizdik, bizdik, bendik, aslında hiçtik. Ellerim yumuşak, yeni kremlenmiş belli, nasır nedir bilmez. Tutmakla tutunulur hayata sanıyorum, yanılgı nedir bilmiyorum. Sıcak bir yaz günü akreple yelkovanın uygun adımları ilişiyor kulağıma ve ben uyanıyorum. Dilim damağım kupkuru, ne yapmalı bilmiyorum. Sevgili güneş, suyumu gördün mü? Hayır, adını bilmiyorum. Hem suların adı mı olurmuş canım, birkaç ufak damla işte. Oysa her insan hayatını kendi damıtırmış. Kimi sulak iklimlerden en temizlerini toplar, kimi eşeleye eşeleye topraktan çıkarırmış. İlk yanılgımı tadıyorum. Hayat bir maden, herkes kendini işlemeli. Ben sonradan öğreniyorum. Dört duvarım, akrebim, yelkovanım bir olup itekliyor da yollara dökülüyorum. Size yollarımı anlatmayacağım. Herkesin haritası farklı, engebeleri ayrı ve ufukları bambaşka renklere boyalı. Bir yamaca çıktı sonum ve ben… Böyle bir varoluş olabildiğini daha önce en ücra hayallerimde bile dile getirememiştim. Turuncuların mavilere damla damla aktığı o gökyüzü ve içine battığı yeryüzü... Dalgalar da cabası. Oturdum eteklerine, üstüm başım biraz yıpranmıştı can havliyle. Titreyen avuçlarıma baktım. Akıttığım yaşlardan birkaç damla parıldadı. O damlaların hepsini tanıyordum. Kalbimde büyütüp avuçlarıma kondurmuştum. Nasırdan tepeciklerin arasında nasıl da nehir gibi akıyorlardı, şaşarsın. Manzarayı ruhuma çekerken yağmur serpiştirdi inceden. Ellerime baktım ve suyumu yamacın altında akan nehre bıraktım. Engebeler bitmişti, dalgalarla bir olacaktım ve son kez uyandım.