Öncelikle belirtmek isterim ki ben bir uzman değilim, sadece sinemaya karşı ilgili on altı yaşında bir gencim. Bu konuda -yani gençlik konusunda- çoğu insanın ağzından, sık sık şu cümleyi duyuyorum:


"Gençliğini iyi yaşa, çok hızlı geçiyor o zamanlar."


İnsanların beni genç kategorisine koyduğu, bana böyle hitap etmeye başladıkları ilk zamanlarda bu dediklerine çok fazla kulak verirdim. Ancak şu an fark edebiliyorum ki, bu zamanlarımı en iyi şekilde yaşamaya, en iyi şekilde anlamaya çabalarken aslında hayatın bana sunduğu diğer şeyleri kaçırıyorum.

Hepimiz aynı şeyi yapmadık mı? Yaşadığımız güzel bir anı en iyi şekilde değerlendirmek için yapmamız gerekenleri düşündük, o anları anlamlandırmaya çalıştık ama ya bunu yaparken asıl yaşamamız gereken şeyleri, hissetmemiz gereken duyguları kaçırıyorsak?

İşte Eternity and a Day, yani Sonsuzluk ve Bir Gün bize bu yaşamı anlamlandırmaya çalışma çabasını, bu insani duyguyu en iyi şekilde aktarıyor.


Film kısaca, yaşlı bir yazar olan Alexander'ın yakalandığı hastalık sebebiyle hastaneye yatmadan önce dışarıda geçirdiği son günü anlatıyor. Yazarımız yolda giderken, polislerden kaçan göçmen bir çocuğu arabasına alıyor. Çocukla arasında beklediğinden fazla bir bağ oluşuyor ve çocuğun tüm uzaklaşma çabalarına rağmen, o çocuktan uzaklaşamıyor. Aslında çocukta uzun zamandır ihtiyacı olan bir duyguyu buluyor: sevgi.


Yazarımız hayatı boyunca bir anlam aramış, bunu yaparken etrafındaki tüm güzellikleri kaçırmıştır. Sevgili karısı Anna da, ölmeden önce yazdığı mektuplarda bu konuya "İki kitap arasında seni çalmaya çalışıyorum. Hayatın yakınımızdan geçiyor, kızınla bizim yakınımızdan, ama asla bizimle değil. Biliyorum bir gün gideceksin. Gözlerinde uzak rüzgarlar esiyor. Ama bugün, bu günü bana ver. Sanki son günmüş gibi, bu günü bana ver!" diyerek değiniyor.


"Ben sadece aşık bir kadınım!" da diyor Anna, kocasına yakın olmanın haklı isteğiyle. Fark etmeden herkesi kendinden uzaklaştıran ve değerli hayatıyla baş başa kalan Alexander, az önce bahsettiğim göçmen çocukla arasındaki sevgiyi hissedince onu bırakamıyor. Tüm gün boyunca neredeyse her zaman beraber vakit geçiriyorlar, fakat sonunda çocuk diğer çocuklarla beraber başka bir yere, yeni bir hayata gitmek üzere adamdan ayrılmak zorunda kalıyor. "Argadini" diyor yazarın arabasından inmeden önce, "Çok geç."


"Yarın ne kadar Anna?" diye sormuştu Alexander çok sevip, bir ömür geçirmelerine rağmen hep yakınında olup, asla yanında olamadığı eşine. "Sonsuzluk ve bir gün." demişti Anna.


Film aynı zamanda uzun çekimler sayesinde size izlerken çok fazla düşünme imkanı da veriyor, ki bu da izlediğiniz durumu daha net anlamanıza oldukça yardımcı oluyor. Hepimizin yaşadığı bu insanca problemi en güzel şekilde anlatan yönetmen Theo Angelopoulos, bu filmiyle aslında ne kadar hızlı yaşadığımızı ve neler kaçırdığımızı olabilecek en sakin şekilde suratımıza çarpıyor. Zamanı kovalamayı bırakıp kendi haline bırakmamız gerektiğini anlatıyor.